SANAT VE ŞİDDET ÜZERİNE
Ceren Atmaca
Psikolog
Psikolog
Sanat kişinin sözel dili dışında kullandığı ifade biçiminin çeşitliliğini arttıran ana dildir. Sanatın dili dans, hareket, müzik, edebiyat, görsel sanatlar olabilir. Yaşamın ilk yıllarından itibaren bu dil gelişime açık haldedir. Sanatta yaratıcılık, algılama becerisinin bir imgeleme dönüşmesi ve kişinin sezgisel yanını kullanabilmesi demektir (Erinç, 1998). Her insan canlısı içinde yaratıcı bir güçle doğar. Bu yaratıcı itki insan yavrusunun içinde bulunduğu çevre tarafından şekillendirilir. Yaşamın ilk yıllarından itibaren çocuk yaratıcı keşifle etrafını tanımaya ve anlamlandırmaya başlar. Bir çocuğu birkaç kalemle kâğıda bir şeyler karalarken, sesli ve renkli oyuncaklara pür dikkat bakarken veya çamurdan şekiller yaparken açıkça gözlemleyebilirsiniz. Çocuk iç dünyasını kâğıda, çamura veya harekete yansıtırken bir yandan da duyusal gelişimini sürdürür. Yetişkin yaşamında sık kullanmasa dahi çocukluk döneminde yaratıcı keşifle oluşan duyusal bellek gündelik hayata yansımayı sürdürür.
Kişinin içinde bulunduğu çevre yaratıcı gücü şekillendirir. Örneğin çizimleri kâğıda sığmayıp duvarları boyamaya başlayan bir çocuğu hayal edelim. Kendine sunulan sınırlı alanın dışına taşacak büyüklükte yaratıcı itkiyi içinde barındırır. Çocuk ifade gücünü kullanmak için daha da alana ihtiyaç duyar ve bu alan büyük bir duvardır. Çizer, karalar, boyar, siler… Sınırsız hareket ve çizim büyük bir hazdır. Çocuk bir sonraki hareketin oluşmasında özgürdür. Ardından odaya giren ve çocuğu duvarı boyarken bulan ebeveyni düşünelim. Bu noktada ebeveyn kural koyucu olarak süperegoyu temsil edebilir. Çünkü çocuğa kurallar ve sınırları belli bir ortam hazırlamış, ‘yaratıcı olabilirsin ama sadece bu kâğıdı ve kalemleri kullanarak’ mesajını vermiştir. Bu karşın çocuk kural dışına çıkmıştır ve bu onaylanmamaktadır. Yaratıcı sürecin akışı ya duracak ya da yön değiştirecektir. Belki kalemlerini elinden alır, belki çizim yerine başka seçenekler sunar, belki kızar. Sonuç olarak çocuk yaratıcı tarafını baskılamak, kısıtlamak durumunda kalır.
Kısıtlanma hissi bireyde huzursuzluğa, gerginliğe ve öfkeye neden olmaktadır. Özgürlüğü, kısıtlanmanın tersi bir kavram olarak değerlendireceksek kabaca özgürlük istenilen şeye istenildiği an ulaşabilme imkanıdır. Sanatı ortadan kaldırmak ifade özgürlüğünü de kaldırmaktır. Özellikle ikinci dili elinden alınan çocuk için sözel dile hapsedilmek bu duyguları küçük yaşta deneyimlemek içsel gerginliği arttırabilir. Sağlıklı bir yetişkin ruh hali için sevgi, saygı, güvenlik ve özgürlük ihtiyaçlarımız karşılanmalı ve içinde bulunduğumuz çevre yaratıcılığı desteklemeli ve onunla uyum halinde bulunmalıdır. Jung insan ruhunun bütün bilimlerin ve sanatların kaynağı olduğunu belirtir (Jung, 1981). Uygun çevreyle gelişen bu ruh başımızı kaldırıp etrafa baktığımızda gördüğümüz şeylerin yansıması olabilir.
Elinden sanat dili alınan birey sözel dilin kısıtlı imkanlarıyla kendini ifade etmeye çalışır. Öyle ki sözle dile gelemeyen duygular ruhsal aygıtta birikir. Freud’un yaşam ve ölüm dürtüsü kavramlarını kişinin içindeki yaratma ve yok etme ihtiyacını işaret edebilir. Ölümün yıkıcılığı ile yüzleşen sanatçının sanat ile iz bırakma ve kalıcı olma yani yaşama ihtiyacını giderdiği söylenebilir. Bunu ünlü tablolara ve eser sahiplerinin yaşam öyküsüne bakarak anlamlandırmak mümkün. Sanatçının kullandığı renkler, ışığı yansıtması, fırça darbeleri, kişileri ve cisimleri konumlandırışı içte bulunan duygunun hem fiziksel hem de psikolojik yansımasıdır. Sanatsal üretim içsel dünyanın dışa yansımasıdır.
Freud, bireylerin psikolojisinin, yaşadıkları dönemden ve büyüdükleri çevreden bağımsız şekilde değerlendiremeyeceğini vurgulamıştır (Türel, F. İ., Öztürk, E., & Çalıcı, C., 2018). Sanatçı içinde bulunduğu çevrenin kuralları ile baskılanan yaratıcılığından doğan şiddeti eserlerine yansıtabilir. Sanatçı için bu şiddeti yansıtmak doyurucu ve haz verici bir süreçtir. Öznel gerçeklik sanat aracılığı ile bütünsellik ve anlamlılık kazanır. Haz estetik bir kategori olmakla beraber özgürlüğün önemli bir biçimidir ve kişinin başkasına ihtiyaç duymadan hareket etmesidir (Baş, I., 1996). Sanatçı sanatını icra ederken estetik özgürlüğün verdiği alanla açığa çıkmayı bekleyen hazlarını doyurabilir.
Şiddet, yaratıcılık gibi doğuştan vardır ve çevreyle şekillenir. Çevre şiddeti var eder ve sürdürürse, şiddet kabul görür ve normalleşir (Sağlam, 2019). Toplum huzur ve uyumu korumak adına şiddeti bastırma eğilimi gösterir. Buradaki önemli nokta şiddeti yok saymanın onun etkisini arttırmasıdır. Yok saymak, varlığını kabul etmemek şiddeti daha da cazip kılar. Halbuki doğal olarak içimizde var olan şiddetin dışavurumu için yıkıcı olmayan yapıcı ve yaratıcı çözümler vardır. Bunun en belirgin örneği sanat yapmaktır. İçsel yıkıcılık ve öfke sanat yoluyla dışa vurulabilir. Şiddeti oluşturan önemli kaynaklar hâkim olma tutkusu ve korkudur. Sanatçı toplum tarafından yargılanmaktan korkar, topluma öfkelidir. Çünkü toplum kısıtlayıcı ve baskılayıcı rol oynar. Fakat sanat eseri sanatçıya -görsel sanatlarda tuvale- hâkim olma ve gücünü gösterme fırsatı verir. Öyle ki tuvalin geleceği son nokta tamamen sanatçının isteğine bağlıdır. Sanatçı tuval üzerinde iktidar kurarken bir yandan da toplumun yargılarından sıyrılır. Çünkü eser düşsel imgeden ibarettir, nesnel gerçekliği yansıtmak yerine gerçekliğin sanatçının içindeki yansımasını yansıtır. Bu nedenle tuval üzerindeki çizim için dış dünya kuralları geçerli değildir.
Doyurulmamış hazlara veya karşılanmamış ihtiyaçlara sanatsal ürün oluşumuyla dışarıdan bakma imkânı bulmak sanatçının ruhsal aygıtındaki dengeyi yakalamasına yardımcı olacaktır. Toplum tarafından kabul görmeyen her şey zihinde bulunan imgenin sanat aracılığıyla esere dönüşmesiyle kabul görmenin yolunu bulmuştur. Görsel sanat eserlerini incelediğimizde herhangi bir şeyi resmetmiş olmak ona hem gerçeklik hem gerçek dışılık atfetmek demektir. Sanat eseri aracılığı ile en uca itilen arzuları gerçekleştirebilmek mümkündür. Dile gelmeyen öfkenin açığa çıkmak için yol bulması sanatın iyileştirici gücünün de göstergesidir.
Kişinin içinde bulunduğu çevre yaratıcı gücü şekillendirir. Örneğin çizimleri kâğıda sığmayıp duvarları boyamaya başlayan bir çocuğu hayal edelim. Kendine sunulan sınırlı alanın dışına taşacak büyüklükte yaratıcı itkiyi içinde barındırır. Çocuk ifade gücünü kullanmak için daha da alana ihtiyaç duyar ve bu alan büyük bir duvardır. Çizer, karalar, boyar, siler… Sınırsız hareket ve çizim büyük bir hazdır. Çocuk bir sonraki hareketin oluşmasında özgürdür. Ardından odaya giren ve çocuğu duvarı boyarken bulan ebeveyni düşünelim. Bu noktada ebeveyn kural koyucu olarak süperegoyu temsil edebilir. Çünkü çocuğa kurallar ve sınırları belli bir ortam hazırlamış, ‘yaratıcı olabilirsin ama sadece bu kâğıdı ve kalemleri kullanarak’ mesajını vermiştir. Bu karşın çocuk kural dışına çıkmıştır ve bu onaylanmamaktadır. Yaratıcı sürecin akışı ya duracak ya da yön değiştirecektir. Belki kalemlerini elinden alır, belki çizim yerine başka seçenekler sunar, belki kızar. Sonuç olarak çocuk yaratıcı tarafını baskılamak, kısıtlamak durumunda kalır.
Kısıtlanma hissi bireyde huzursuzluğa, gerginliğe ve öfkeye neden olmaktadır. Özgürlüğü, kısıtlanmanın tersi bir kavram olarak değerlendireceksek kabaca özgürlük istenilen şeye istenildiği an ulaşabilme imkanıdır. Sanatı ortadan kaldırmak ifade özgürlüğünü de kaldırmaktır. Özellikle ikinci dili elinden alınan çocuk için sözel dile hapsedilmek bu duyguları küçük yaşta deneyimlemek içsel gerginliği arttırabilir. Sağlıklı bir yetişkin ruh hali için sevgi, saygı, güvenlik ve özgürlük ihtiyaçlarımız karşılanmalı ve içinde bulunduğumuz çevre yaratıcılığı desteklemeli ve onunla uyum halinde bulunmalıdır. Jung insan ruhunun bütün bilimlerin ve sanatların kaynağı olduğunu belirtir (Jung, 1981). Uygun çevreyle gelişen bu ruh başımızı kaldırıp etrafa baktığımızda gördüğümüz şeylerin yansıması olabilir.
Elinden sanat dili alınan birey sözel dilin kısıtlı imkanlarıyla kendini ifade etmeye çalışır. Öyle ki sözle dile gelemeyen duygular ruhsal aygıtta birikir. Freud’un yaşam ve ölüm dürtüsü kavramlarını kişinin içindeki yaratma ve yok etme ihtiyacını işaret edebilir. Ölümün yıkıcılığı ile yüzleşen sanatçının sanat ile iz bırakma ve kalıcı olma yani yaşama ihtiyacını giderdiği söylenebilir. Bunu ünlü tablolara ve eser sahiplerinin yaşam öyküsüne bakarak anlamlandırmak mümkün. Sanatçının kullandığı renkler, ışığı yansıtması, fırça darbeleri, kişileri ve cisimleri konumlandırışı içte bulunan duygunun hem fiziksel hem de psikolojik yansımasıdır. Sanatsal üretim içsel dünyanın dışa yansımasıdır.
Freud, bireylerin psikolojisinin, yaşadıkları dönemden ve büyüdükleri çevreden bağımsız şekilde değerlendiremeyeceğini vurgulamıştır (Türel, F. İ., Öztürk, E., & Çalıcı, C., 2018). Sanatçı içinde bulunduğu çevrenin kuralları ile baskılanan yaratıcılığından doğan şiddeti eserlerine yansıtabilir. Sanatçı için bu şiddeti yansıtmak doyurucu ve haz verici bir süreçtir. Öznel gerçeklik sanat aracılığı ile bütünsellik ve anlamlılık kazanır. Haz estetik bir kategori olmakla beraber özgürlüğün önemli bir biçimidir ve kişinin başkasına ihtiyaç duymadan hareket etmesidir (Baş, I., 1996). Sanatçı sanatını icra ederken estetik özgürlüğün verdiği alanla açığa çıkmayı bekleyen hazlarını doyurabilir.
Şiddet, yaratıcılık gibi doğuştan vardır ve çevreyle şekillenir. Çevre şiddeti var eder ve sürdürürse, şiddet kabul görür ve normalleşir (Sağlam, 2019). Toplum huzur ve uyumu korumak adına şiddeti bastırma eğilimi gösterir. Buradaki önemli nokta şiddeti yok saymanın onun etkisini arttırmasıdır. Yok saymak, varlığını kabul etmemek şiddeti daha da cazip kılar. Halbuki doğal olarak içimizde var olan şiddetin dışavurumu için yıkıcı olmayan yapıcı ve yaratıcı çözümler vardır. Bunun en belirgin örneği sanat yapmaktır. İçsel yıkıcılık ve öfke sanat yoluyla dışa vurulabilir. Şiddeti oluşturan önemli kaynaklar hâkim olma tutkusu ve korkudur. Sanatçı toplum tarafından yargılanmaktan korkar, topluma öfkelidir. Çünkü toplum kısıtlayıcı ve baskılayıcı rol oynar. Fakat sanat eseri sanatçıya -görsel sanatlarda tuvale- hâkim olma ve gücünü gösterme fırsatı verir. Öyle ki tuvalin geleceği son nokta tamamen sanatçının isteğine bağlıdır. Sanatçı tuval üzerinde iktidar kurarken bir yandan da toplumun yargılarından sıyrılır. Çünkü eser düşsel imgeden ibarettir, nesnel gerçekliği yansıtmak yerine gerçekliğin sanatçının içindeki yansımasını yansıtır. Bu nedenle tuval üzerindeki çizim için dış dünya kuralları geçerli değildir.
Doyurulmamış hazlara veya karşılanmamış ihtiyaçlara sanatsal ürün oluşumuyla dışarıdan bakma imkânı bulmak sanatçının ruhsal aygıtındaki dengeyi yakalamasına yardımcı olacaktır. Toplum tarafından kabul görmeyen her şey zihinde bulunan imgenin sanat aracılığıyla esere dönüşmesiyle kabul görmenin yolunu bulmuştur. Görsel sanat eserlerini incelediğimizde herhangi bir şeyi resmetmiş olmak ona hem gerçeklik hem gerçek dışılık atfetmek demektir. Sanat eseri aracılığı ile en uca itilen arzuları gerçekleştirebilmek mümkündür. Dile gelmeyen öfkenin açığa çıkmak için yol bulması sanatın iyileştirici gücünün de göstergesidir.
Görsel Sanatlarda Şiddetin İşlenmesi
Yüzyıllardır insan tanık olduğunu ve bu tanıklıktan geriye kalanları yansıtmak için çizimler ve semboller kullanmıştır. Öyle ki nesiller boyu unutulmaması gerekilen anlar kayıt altına alınmış, gelecek nesillerin bunlardan ders çıkarması beklenmiştir. Sanatçı tarihe tanıklık ettikçe onu eserlerine yansıtmış, tablolarla unutulmaz hale getirmeye çalışmıştır. Bu sebeple eserler yaratıldığı zaman diliminde değerlendirilmelidir. Dünya tarihi boyunca yaşanmış savaşlar, katliamlar, buhranlar ve bunların insan üzerindeki yıkıcılığı sanatçıların eserlerine yansımıştır. Kimi zaman doğrudan bir savaş sahnesi kimi zaman da imgesel bir anlatımla şiddetin yıkıcı yanı aktarılmıştır. Örneğin Picasso’nun İspanya İç Savaşı sırasında Nazi Almanya’sının İspanya’nın Guernica şehrini bombalamasını anlattığı Guernica tablosu savaş karşıtı düşüncelerin ve savaşın verdiği acıların temsilidir. Guernica’da acı çeken, ağlayan insan figürleri görmenin yanı sıra boğa, göz, ışık ve çiçek gibi semboller de bulunmaktadır. Bu semboller sanat tarihçileri tarafından savaşın yıkıcılığına karşı, barış ve umudun aktarılması olarak yorumlanmaktadır. Bouguereau’nın Dante ve Vergilius tablosunda ise İlahi Komedya’daki cehennemin sekizinci katında sahtekarların bulunduğu yeri aktarır. Buradaki sahtekârlar birbirleriyle ölesiye kavga etmektedir. Kavga edenlerin vücutlarının duruşu, gergin kas yapıları, gözleri güç ve şiddet ilişkisini aktarır. Kim daha güçlü vahşi ve öfkeliyse kavgayı o kazanacaktır. Şiddet sahnesi resimde açıkça yansıtılmış olmasına rağmen çizilen figürlerin insan dışı vücut yapıları, birinin ötekinin boğazını ısırması sanatçının şiddeti insanlıktan nasıl uzaklaştırdığının bir göstergesidir. Resim dışsal ve içsel gerçekliğin ve gerçek dışılığın buluştuğu bir alandır. Aynı şekilde orta çağ Avrupası’nda ressamların çoğunun ölümü korkunç ve iğrenç şekilde resmetmesinin ardından ölüm gerçeğinin karşısında ruhun ebediyetini resmetmeye başlamışlardır; bu, görmek, anlamak ve aktarmak istenilen arasında bir ayrım oluşturmaktadır. Bu noktada sanatçının şiddeti dışarıdan alıp kendi içinde yeniden yorumlaması ve bu yorumlama sonucunda şiddete karşı bir anti-tez üretmesi, şiddetin yıkıcılığının insan benliği tarafından kolayca kabul edilemeyeceğinin de göstergesidir. Picassso’nun Guernica’sı savaş karşısında umudu üretmiştir, Bouguereau’nın Dante ve Vergilius’u şiddeti insan dışı yani insandan gelmesi kabul edilemez olarak ifade edilmiştir. On yedinci yüzyıla gelindiğinde ise orta çağ Avrupa’sının ölüm tasvirî karşısında ölümsüz, ebedi ruhu temsil eden resimleri bulmuştur. Saldırganlık, şiddet kabul edilmeden sanatçının ellerinde kabul edilecek biçime getirilmiş olurdu. Kohut self psikolojisinde saldırganlığın anlaşılması amaçlar, ona göre zarar verme davranışı insan psikolojisinde ikincil olarak yer almakta ve şiddetin kaynağı doğuştan değil, yaşantısal birikmişlik ile oluşmaktadır. Kohut’a göre bir kimsenin saldırgan davranış sergilemesi için selfte yaralanma olmalıdır. Self yaralanması olmandan saldırgan davranışı harekete geçirecek motivasyon ve hareket oluşmamaktadır. Self yaralanması ve saldırganlığın harekete geçişinin bir örneği olan Artemisia Gentileschi’nin Judith, Holofernes’in Başını Keserken’tablosudur. |
‘Judith, Holofernes’in Başını Keserken’ Tablosunun İncelenmesi
Bu yazı kapsamında içsel ve dışsal gerçekliğin yansıtılması adına en güzel örneklerden biri olan Artemisia Gentileschi’nin ‘Judith, Holofernes’in Başını Keserken’tablosundan bahsetmek istiyorum. Artemisia Gentileschi’ 17.yüzyılda yaşamış ve Floransa'da Teknik ve Tasarım Akademisi’ne (Accademia di Arte del Disegno) kabul edilen ilk kadın olarak tarihe adını yazdırmıştır. Yaşadığı dönemde eril baskı altında eserleriyle kendini ifade etme fırsatı bulmuştur. Barok tarzının öncülerinden kabul edilmektedir. Genç yaşlarda resim yapmaya başlaması ve sanatçı babasının bu isteğini desteklemesi sayesinde önemli eserler vermiştir.
Sanatçının eseri diğerleri gibi tarihi bir sahneyi aktarmıştır. Bu sahne başka sanatçılar tarafından da ele alınmış olsa da Gentileschi’nin kompozisyonu diğerlerinden farklılaşmaktadır.
Diğer örneklerinden farklı olarak Gentileschi’nin eserinde tasvir ettiği iki kadında öfke, nefret ve kin gibi yoğun duygularla hareket etmiştir. İşledikleri cinayetten rahatsızlık duymamaktadırlar. Eserde görülen karanlık arka plan, fışkıran kan ve Holofernesin yüz ifadesi Artemisia’nın içindeki şiddetin yoğunluğuna işaret eder.
Öyle ki sanat tarihçileri bunu Artemisia’nın kişisel tarihinden kaynaklı olduğunu belirtmiştir. Judith’in kin dolu, öfkeli bakışları altında Holofernes’in kafasını kesmesi, Artemisia’nın alamadığı intikamının sanat aracılığı ile gerçekleştirmesi olarak yorumlanabilir.
Diğer sanatçılar tarafından edilgen olarak ele alınan kadın Artemisia’nın eserinde yardımcı kadında dahil olmak üzere yansıtılma şeklinde etkin biçimde intikam alma isteği bulunmaktadır. Bilinçli ve isteyerek uygulanmış şiddetin tasvirinin yanı sıra iki kadının birlikte bu eylemi gerçekleştiriyor olması da önemli farklardan biri.
Kişisel tarihi ele alındığında Artemisia Gentileschi’nin eserlerinde güçlü imgeler bulunmaktadır ve içindeki yıkıcı öfkeyi eserleriyle yapıcı bir öfkeye dönüştürmüştür. Kısıtlanmışlığın verdiği öfke ve bu öfkenin bir tarih sahnesinde ortaya çıkışı Artemisia’nın kendiliğini korumak için yaptığı bir çıkış yoludur. Tarihsel bir gerçeklik ile kişisel bir gerçeklik iç içe geçmiş yeni bir vücut olmuştur.
İnsan gerçeğin ağırlığından kaçarken kurguya sığınabilir. Simgeler sayesinde dünyayı yeniden adlandırma imkânı sağlanır. Artemisia Gentileschi’nin eserlerinde gerçeğin yıkıcılığından kaçarken, onu yeniden yaratarak kurgusal gerçekliğe ulaşmıştır. Judith, Holofernes’in Başını Keserken’tablosu Artemisia’nın saldırganlığının ürünüdür. Saldırganlık arzusu resim sayesinde bir nesneye dönüşmüştür. Artemisia’nın toplum tarafından kabul edilmeyecek öldürme arzusu artık bir tabloda kabul edilebilir sınırlar içinde yer almayı başarmıştır. Süperegonun temsili toplumun kabul edebileceği bir şekilde şiddeti yansıtmak, gelişmiş olan egonun göstergesidir. Artemisia sanat aracılığı ile tüm yıkıcı şiddetin karşısında güçlü bir ego oluşumu destekleyebilmiştir. Bu bizlere bir baş etme, yeniden yapılandırma yolu olarak sanat kullanımının önemini bir kez daha hatırlatmaktadır.
Bu yazı kapsamında içsel ve dışsal gerçekliğin yansıtılması adına en güzel örneklerden biri olan Artemisia Gentileschi’nin ‘Judith, Holofernes’in Başını Keserken’tablosundan bahsetmek istiyorum. Artemisia Gentileschi’ 17.yüzyılda yaşamış ve Floransa'da Teknik ve Tasarım Akademisi’ne (Accademia di Arte del Disegno) kabul edilen ilk kadın olarak tarihe adını yazdırmıştır. Yaşadığı dönemde eril baskı altında eserleriyle kendini ifade etme fırsatı bulmuştur. Barok tarzının öncülerinden kabul edilmektedir. Genç yaşlarda resim yapmaya başlaması ve sanatçı babasının bu isteğini desteklemesi sayesinde önemli eserler vermiştir.
Sanatçının eseri diğerleri gibi tarihi bir sahneyi aktarmıştır. Bu sahne başka sanatçılar tarafından da ele alınmış olsa da Gentileschi’nin kompozisyonu diğerlerinden farklılaşmaktadır.
Diğer örneklerinden farklı olarak Gentileschi’nin eserinde tasvir ettiği iki kadında öfke, nefret ve kin gibi yoğun duygularla hareket etmiştir. İşledikleri cinayetten rahatsızlık duymamaktadırlar. Eserde görülen karanlık arka plan, fışkıran kan ve Holofernesin yüz ifadesi Artemisia’nın içindeki şiddetin yoğunluğuna işaret eder.
Öyle ki sanat tarihçileri bunu Artemisia’nın kişisel tarihinden kaynaklı olduğunu belirtmiştir. Judith’in kin dolu, öfkeli bakışları altında Holofernes’in kafasını kesmesi, Artemisia’nın alamadığı intikamının sanat aracılığı ile gerçekleştirmesi olarak yorumlanabilir.
Diğer sanatçılar tarafından edilgen olarak ele alınan kadın Artemisia’nın eserinde yardımcı kadında dahil olmak üzere yansıtılma şeklinde etkin biçimde intikam alma isteği bulunmaktadır. Bilinçli ve isteyerek uygulanmış şiddetin tasvirinin yanı sıra iki kadının birlikte bu eylemi gerçekleştiriyor olması da önemli farklardan biri.
Kişisel tarihi ele alındığında Artemisia Gentileschi’nin eserlerinde güçlü imgeler bulunmaktadır ve içindeki yıkıcı öfkeyi eserleriyle yapıcı bir öfkeye dönüştürmüştür. Kısıtlanmışlığın verdiği öfke ve bu öfkenin bir tarih sahnesinde ortaya çıkışı Artemisia’nın kendiliğini korumak için yaptığı bir çıkış yoludur. Tarihsel bir gerçeklik ile kişisel bir gerçeklik iç içe geçmiş yeni bir vücut olmuştur.
İnsan gerçeğin ağırlığından kaçarken kurguya sığınabilir. Simgeler sayesinde dünyayı yeniden adlandırma imkânı sağlanır. Artemisia Gentileschi’nin eserlerinde gerçeğin yıkıcılığından kaçarken, onu yeniden yaratarak kurgusal gerçekliğe ulaşmıştır. Judith, Holofernes’in Başını Keserken’tablosu Artemisia’nın saldırganlığının ürünüdür. Saldırganlık arzusu resim sayesinde bir nesneye dönüşmüştür. Artemisia’nın toplum tarafından kabul edilmeyecek öldürme arzusu artık bir tabloda kabul edilebilir sınırlar içinde yer almayı başarmıştır. Süperegonun temsili toplumun kabul edebileceği bir şekilde şiddeti yansıtmak, gelişmiş olan egonun göstergesidir. Artemisia sanat aracılığı ile tüm yıkıcı şiddetin karşısında güçlü bir ego oluşumu destekleyebilmiştir. Bu bizlere bir baş etme, yeniden yapılandırma yolu olarak sanat kullanımının önemini bir kez daha hatırlatmaktadır.
KAYNAKÇA
Akhan, L. U. (2012). Psikopatolojik Sanat ve Psikiyatrik Tedavide Sanatın Kullanılışı. Journal of Higher Education & Science/Yüksekögretim ve Bilim Dergisi, 2(2).
Baş, I., Konrad (1996), “Sanat, Psikanaliz ve Şiddet: Beyaz Otel”, Cogito. sayı 6-7. Kış-Bahar. s.341-346.
Cebeci, O. (2004). Psikanalitik edebiyat kuramı. (1. Baskı). İstanbul: İthaki Yayınları.
Çoban, B. LACAN: AYNALAR ŞÖVALYESİ YA DA BİLİNÇDIŞINDA BİR SEYYAH.
Erinç, S. (1998), Sanat Psikolojisine Giriş, Ankara: Ayraç Yayınları
Erkan, A. (2018). RESİM SANATINDA “JUDITH VE HOLOFERNES” EFSANESİNE FARKLI İKİ YAKLAŞIM (Caravaggio ve Artemisia Gentisleschi). İdil Sanat ve Dil Dergisi, 7(42), 209-215.
Freud, S.; Jung, C. G.; Adler, A. (1981). Psikanaliz açısından edebiyat. Çev. Selahattin Hilav. İstanbul: Ataç Kitabevi.
Gün, A., Konrad (1996), ‘‘Opera’da Şiddet’’ , Cogito. Sayı 6-7. Kış-Bahar. S.347-352
Karabulut, M., (2020), “Psikanalitik Bakış Açısıyla Sanat, Sanatçı ve Yazma Dürtüsü”, Türk Kültürü ve Medeniyeti Araştırmaları Dergisi – Journal of Turkish Culture and Civilization Researches.
Köşkdere, A., Psikoanalitik Psikoterapiler: Temel Kavramlar, Kuramlar ve Yöntemler, Türkiye Psikiyatri Derneği Yayınları, 2011
Le Guin, U. (1998). Kadınlar rüyalar ejderhalar: Ursula Le Guin’den seçme yazılar (6. Baskı). Haz. Deniz Erksan, Bülent Somay, Müge Gürsoy Sökmen. İstanbul: MetisYayınları.
Sağlam, H., (2019), Medyatik Şiddetin Eleştirisine Sinemasal Bir Yaklaşım: Katil Doğanlar, Erciyes İletişim Dergisi, Cilt 6, Sayı 1, 307-326
Türel, F. İ., Öztürk, E., & Çalıcı, C. (2018). Psikotarih açısından toplumsal şiddet olaylarının grup dinamikleri ve psikolojisi. Turaz Akademi, Akademisyen Kitabevi, 35-46.
Türkmen, İ., 2002. Sanatta Anlamın Görünütüsü: İmgelerin Toplumsal İşlevi (çev.), Sanat ve Kuram Dizisi, Ayrıntı Yayınları, 92-113
UYSAL, B. Sayışmacalardaki Şiddet Dili Unsurlarının Psikanalitik Kuram Ekseninde Değerlendirilmesi. IV. ULUSLARARASI ÇOCUK VE GENÇLİK EDEBİYATI SEMPOZYUMU, 103.
Ümer, E . (2018). LACANCI BAKIŞ KAVRAMI ve İMGENİN BAKIŞI . Yıldız Journal of Art and Design , 5 (2) , 47-66 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/en/pub/yjad/issue/41995/479117
Yavuzer, N. (2013). İnsanın saldırgan ve yıkıcı doğasını anlamak.
İnceer A., K., (2021), Sanat ve Şiddet Üzerine Semineri
Akhan, L. U. (2012). Psikopatolojik Sanat ve Psikiyatrik Tedavide Sanatın Kullanılışı. Journal of Higher Education & Science/Yüksekögretim ve Bilim Dergisi, 2(2).
Baş, I., Konrad (1996), “Sanat, Psikanaliz ve Şiddet: Beyaz Otel”, Cogito. sayı 6-7. Kış-Bahar. s.341-346.
Cebeci, O. (2004). Psikanalitik edebiyat kuramı. (1. Baskı). İstanbul: İthaki Yayınları.
Çoban, B. LACAN: AYNALAR ŞÖVALYESİ YA DA BİLİNÇDIŞINDA BİR SEYYAH.
Erinç, S. (1998), Sanat Psikolojisine Giriş, Ankara: Ayraç Yayınları
Erkan, A. (2018). RESİM SANATINDA “JUDITH VE HOLOFERNES” EFSANESİNE FARKLI İKİ YAKLAŞIM (Caravaggio ve Artemisia Gentisleschi). İdil Sanat ve Dil Dergisi, 7(42), 209-215.
Freud, S.; Jung, C. G.; Adler, A. (1981). Psikanaliz açısından edebiyat. Çev. Selahattin Hilav. İstanbul: Ataç Kitabevi.
Gün, A., Konrad (1996), ‘‘Opera’da Şiddet’’ , Cogito. Sayı 6-7. Kış-Bahar. S.347-352
Karabulut, M., (2020), “Psikanalitik Bakış Açısıyla Sanat, Sanatçı ve Yazma Dürtüsü”, Türk Kültürü ve Medeniyeti Araştırmaları Dergisi – Journal of Turkish Culture and Civilization Researches.
Köşkdere, A., Psikoanalitik Psikoterapiler: Temel Kavramlar, Kuramlar ve Yöntemler, Türkiye Psikiyatri Derneği Yayınları, 2011
Le Guin, U. (1998). Kadınlar rüyalar ejderhalar: Ursula Le Guin’den seçme yazılar (6. Baskı). Haz. Deniz Erksan, Bülent Somay, Müge Gürsoy Sökmen. İstanbul: MetisYayınları.
Sağlam, H., (2019), Medyatik Şiddetin Eleştirisine Sinemasal Bir Yaklaşım: Katil Doğanlar, Erciyes İletişim Dergisi, Cilt 6, Sayı 1, 307-326
Türel, F. İ., Öztürk, E., & Çalıcı, C. (2018). Psikotarih açısından toplumsal şiddet olaylarının grup dinamikleri ve psikolojisi. Turaz Akademi, Akademisyen Kitabevi, 35-46.
Türkmen, İ., 2002. Sanatta Anlamın Görünütüsü: İmgelerin Toplumsal İşlevi (çev.), Sanat ve Kuram Dizisi, Ayrıntı Yayınları, 92-113
UYSAL, B. Sayışmacalardaki Şiddet Dili Unsurlarının Psikanalitik Kuram Ekseninde Değerlendirilmesi. IV. ULUSLARARASI ÇOCUK VE GENÇLİK EDEBİYATI SEMPOZYUMU, 103.
Ümer, E . (2018). LACANCI BAKIŞ KAVRAMI ve İMGENİN BAKIŞI . Yıldız Journal of Art and Design , 5 (2) , 47-66 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/en/pub/yjad/issue/41995/479117
Yavuzer, N. (2013). İnsanın saldırgan ve yıkıcı doğasını anlamak.
İnceer A., K., (2021), Sanat ve Şiddet Üzerine Semineri