“KİTAP İNCELEMESİ:
“INTEGRATED CARE FOR THE TRAUMATIZED. A WHOLE PERSON APPROACH”
Fulya Kurter Musnitsky
“İnsan acısına tanıklık etmek kişinin kaynaklarına zarar verebilir. Ancak aynı zamanda yenilenmiş bir amaç duygusunu da doğurabilir.” S.9.
Bu kitap incelemesini COVID-19 pandemisinin ortasında yazıyorum. Birçoğumuz için bu salgın travmatik bir stres kaynağı olmaya devam ediyor. Birkaç hafta içerisinde günlük yaşantımız neredeyse her açıdan ciddi bir değişime uğradı. Virüsün tehlikesiyle yaşamanın stresi bir yana, bazılarımız hastalıkla mücade ederken, bazılarımız sevdiklerinin kaybıyla başa çıkmaya gayret ediyor. Hastanelerde ön saflarda yer alan sağlık emekçileri ise TSSB (Travma Sonrası Stres Bozukluğu) gelişimi açısından risk grubunu teşkil ederken hepimizi daha duyarlı olmaya davet ediyor. Fakat, pandemi hayattaki travmatik stres kaynaklarından sadece bir tanesi. Travmayı insanın varoluşundan ayırmamız neredeyse imkânsız. Yapılan meta-analizlerin de gösterdiği üzere bir insan hayatı boyunca en az bir defa şiddet veya hayati risk içeren bir duruma maruz kalmakta (Özer, Best, Lipsey ve Weiss, 20031). Bu sebeple, travma üzerine yapılan yeni araştırmalar, geliştirilen kuramlar ve müdahaleler hem bireysel, hem de toplumsal anlamda yaşantımızda her zaman büyük bir öneme sahip olmaya devam edecek. Travma araştırmalarının bu kritik konumu, ruh sağlığı çalışanlarının etkili ve etik profesyoneller olabilmeleri için güncel çalışmaları takip etmelerini, travmatoloji perspektiflerine hâkim olmalarını zorunlu kılıyor. Bu anlamda, Ilene A. Serlin, Stanley Krippner ve Kirwan Rockefeller’ in editorlüğünde yayınlanmış olan “Integrated Care for the Traumatized: A Whole Person Approach”, travma ve iyileşme üzerine okunması gereken kitaplardan biri. Kitap, travmanın nörolojik, psikolojik, ruhsal ve kültürel boyutlarına odaklanırken, önleyici çalışmalar, psikolojik dayanıklılık ve öz-bakım gibi kavramları merkezine alıyor. Kitap, travmatik deneyimin hem sözel hem de sözel olmayan niteliklerine dikkat çekerken, bununla bağlantılı olarak ilgili kuram, araştırma ve yöntemleri ortaya koymaktadır. Nitekim, kitabın travmanın fenomenolojik yönününu ortaya koyan bir araştırmayla başlamasını faydalı buldum. Yazarlar, travmanın öznel ve bedene ait özelliğine vurgu yaparken “ travma ve dayanıklılık ” deneyiminin kişi için neye benzediğini sorgularken felsefik bakış açısını ortaya koyuyorlar. Böylelikle esas olanın teşhisten ziyade insan deneyimini derinlemesine anlamak olduğunu görüyoruz. Bireyi bir bütün olarak ele almayı hedefleyen bu yaklaşım okuyucuya; travma sonucunda bedende oluşmuş bağlantı kopukluklarının, kişinin kendi yaratıcı kaynaklarıyla tekrar buluşabilmesi için Dışavurumcu Sanatlar, Sembolik Hareket, Dans ve Hareket Terapisi, Psikodrama, Bilinçli-farkındalık, Meditasyon ve Hayvan Destekli Müdahaleler (animal assisted) gibi etkili klinik yöntemleri keşfetmesine aracılık ediyor. Kitabın güçlü taraflarından biri de birbirinden farklı grupların deneyimlerine tanıklık edebiliyor olmamız. Bunlar arasında mülteciler, çocuklar, gaziler, büyük topluluklar, aileler ve bakım veren kişiler bulunuyor. Aynı zamanda kitap aracılığıyla farklı yaklaşımların nasıl farklı kültürel bağlamlarda ve durumlarda uygulanabildiğine dair fikir edinebilmek de mümkün. Örneğin, dördüncü bölümde, Japonya, Çin, Sri Lanka ve Haiti’de olan depremler, Sierra Leone’daki Ebola salgını, Saint Martin ve Louisiana’daki kasırga gibi felaketler sonrasında ortaya çıkan travmanın iyileştirilmesinde sanatın nasıl aracılık ettiğini öğreniyoruz. Ne yazık ki, travmaya maruz kalmak veya temel güvenlik duygumuzun zedelenmesi yalnız doğal afetlerle değil, savaş ve kıtlık gibi insanların doğrudan neden oldukları durumlarla da yakından iligili. Tanzanya’daki yetimlerin ve Suriyeli mültecilerin psikolojik dayanıklılıklarını ve bağlantılarını güçlendirici çalışmalara yer verilmiş olması benzer projelerde yer alan veya dahil olmayı planlayan uzmanlar için oldukça yol gösterici. Hatta bu kapsamda kitapta, Sanat Psikoterapileri Derneği’nde uzun yıllar beraber çalışmalar yürüttüğümüz son dönemde de Dernek Başkanlığı'nı yürüten Sevgili Seda Güney ile Danny Lundmark'ın yazmış oldukları “ sosyal değişim için dans hareket terapisinin kullanımı “ konusunu ele alan bölümü de okuyabilirsiniz. Bu kitabın, travma tedavisinde, travma sonrası büyüme ve anlam odaklı bakış açıları hakkında daha çok bilgi edinmek isteyen deneyimli pratisyenler için iyi bir seçim olduğunu düşünüyorum. Kİtabı okurken genç meslektaşlar tarafından nasıl algılandığını merak ettiğim için bu yıl Psikoloji bölümünü bitirmiş olan Eda Çakaloz’a da kitap ile ilgili görüşlerini sorduğumda şunları belirtti; “Travma alanında farklı bağlamlardaki koruyucu ve önleyici çalışmalar oldukça bilgilendiriciydi. Sadece semptomları iyileştirme üzerine/semptom temelli klinik müdahaleler yerine psikososyal ve psikoeğitimin ön planda oluşu; travma tedavisini çok daha geniş bir bakış açısıyla düşünmemi sağladı. Travmayla çalışmanın bu kadar çeşitli, yaratıcı ve hümanistik yolları olduğunu bilmiyordum. Örneğin, hayvanlarla destekleyici tedavi uygulamaları hakkında bilgi edinmek beni oldukça şaşırttı. Bu kitabı okuduktan sonra yaratıcılığın, spontanitenin, travma psikolojisinin ve nörobilimin birbiriyle olan etkileşimi hakkında daha çok düşünmeye başladım. Kitap, travma sonrası belirtilerin genel niteliğine değiniyor olsa da travmatize olan bireylerin kendilerine has yaralarını ve öznel deneyimlerini öne çıkarıyor oluşu da önemliydi”. Dolayısıyla özellikle travma psikolojisi alanında kendini geliştirmek isteyen genç meslektaşlar için vizyon açıcı bir kaynak olacağını söylemek mümkün. Farklı yazarlar tarafından kaleme alınmış olan bölümlerin ele alınış biçimi; yazarlar arasındaki ahenk, editörlerin bütüncül yaklaşıma duyduğu inancı pekiştirir nitelikte. Böylece tema ile biçim arasında yakalanan uyumdan etkilendiğimi belirtmeliyim. Kitapta, Rosemary Sword tarafından aktarılan “Zaman Odaklı Terapi” (Time- Focused Therapy) ise yaşam boyu başa çıkma becerileri hakkında bilgi vererek, okuyuculara pratik bir kişisel gelişim aracı sunuyor. Son bölümde ise pratisyenler/ ruh sağlığı çalışanları tarafından deneyimlenebilecek olan ikincil travma, şefkat yorgunluğu konusu ele alınmış. Bu zor zamanlarda bize hatırlatıcı olması için özellikle Budist öğretileri merkeze alan yazar Jack Kornfield’ın ilham verici sözüyle bitirmek istiyorum: “Eğer beslediğin şefkat kendini kapsamıyorsa, şefkatin eksik kalmış demektir”. |