Zeynep Kocaoğlu, Dans/Hareket Terapisti Marcia Plevin ile alanın gelişimi, dans/hareket terapisi uygulamasında kültürel hassasiyetleri vurgulayan bir söyleşi gerçekleştirdi.
Zeynep Kocaoğlu: Sizi bir kaç cümle ile tanıyarak başlayalım. Nasıl dans hareket terapisti oldunuz, geçmişiniz nasıldı?
Marcia Plevin: Hayatımın ortalarına kadar dans hareket terapisti değildim. En başlarda bir sanatçı ve dansçıydım, hala da öyleyim. Dans terapisinin varlığından bile haberdar değildim. 11 yaşında Graham tekniği ile dans hayatıma başladım. Daha sonra üniversiteye gittim. Wisconsin Üniversitesi’nde, Beden Eğitimi Bölümü’nde dans okudum. O zamanlar güzel sanatlar içinde değildi. 1979-80’de Kuzey Carolina Güzel Sanatlar Okulunda dans dersi verirken, dans kompozisyonu/koreografi dersinde öğrencilerimin dans etmek istedikleri konuyu anlatma ve açıklamada veya dans ettikleri hakkında konuşmada zorlandıklarını gördüm. Beden ve zihin arasında bir bölünme olduğunu farkettim, ve bu bana çok enteresan geldi. Böylece, dans terapisinin ne olduğunu tam olarak bilmeden, onlara ne yapmak istedikleri ile aslında yaptıkları şeyleri bütünleştirmeyi öğrettim. Ne yaptığımı bilmeden bir tür dans terapisi uyguluyordum. Bu sırada da bir sürü duygu açığa çıkıyordu. Bu sayede dans terapisi ile tanıştım, ve ilgilenmeye başladım. Ama bundan önce koreografi ve performansa devam ediyordum. Aşağı yukarı 40 yaşlarında dans terapisi okumaya başladım.
ZK: Dans hareket terapisi nedir?
MP: Burada benim kendi kültürel çerçevem devreye giriyor. Amerika’da bir şekilde tanımlanan dans terapisi, İtalya’da başka bir şekil, Finlandiya’da bambaşka anlamlar taşıyor. Ama kendi çalışmalarımdan yola çıkarak, kişinin, çocuğun, ergenin ve yetişkinin duygusal, sosyal ve fiziksel parçalarını bütünleştiren hareketin psikoterapötik kullanımı olarak ifade edebilirim. Kişinin sosyal ve duygusal refah seviyesinde çalışırken, kişinin bütünlüğüne bedeni kullarak bilinçdışı bir noktada dokunuyorsun. Sözel olmayan bir müdahele biçimi aslında. Ama yine de sözel çağrışımlara da izin veriliyor. Konuşma, sözel iletişim kullanılsa da bile, bilmenin birincil kaynağı olarak beden öne çıkıyor. Terapist olarak beden, somatik tepki, somatik aktarım, ve hastada gözlemlenenler sayesinde benim bedenimin kendimle iletişimi, hastanın bedeninin benimle iletişimi ve teorik ve deneyimsel geçmişimle birlikte bu ikili dans içinde neler olduğunu anlayabiliyorum.
ZK: Dans hareket terapisini açıklarken kültürel farklardan bahsettiniz. İtalya, Finlandiya, Çin ve şimdi Türkiye’de dans hareket terapi programları kurma şansınız oldu. Her birindeki deneyimlerinizden yola çıkarak, bu programlar arasında benzerlikler, farklılıklar, kolay veya zor olan neler vardı?
Her kültürde beden hep aynı. Ama bir kahkaha her kültürde farklı anlamlara gelebilir. Duygularını ifade etmek de kültürler arası farklı anlamlar taşıyabilir. Dolayısı ile, içinde olduğun kültüre göre değişiklikler var. Örnek olarak, Finlandiya’da çalışırken, onların hayata bakış açılarını, kültürlerini, tarihlerini anlayabilmek için onların en eski kitabı olan Kalevala’yı okumaya çalıştım. Çünkü bir kültürü tarih kitaplarından ziyade, yazarlarından okuyarak anlamaya çalışırım. Benzer şekilde İtalya ve Çin’de de aynı şeyi yaptım. Türkiye’ye gelmeden önce de Orhan Pamuk, Nazım Hikmet gibi yazarları okuyarak kendi kültürel bakış açımdan yola çıkarak başka kültürlerde neler olduğunu, nelerin nasıl hissedildiğini anlamaya çalıştım. Dans terapisi ile çalışırken, o kişinin o kültürdeki bilinçdışına dokunduğumun farkındayım. Jung’un kolektif bilinçdışı kuramından yola çıkarsak, kişinin bireysel ve sosyal bilinçdışının yanı sıra kültürel olarak bilinçdışı şeklinde gerçekleşen koşullandırma ve global veya kozmik bilinç durumu da mevcut. Dolayısı ile bu durumun her ülkede farklı bir şekilde ele alınması gerekiyor. Bu geniş bilinçdışı dünyaya girişi de beraber çalıştığım öğrencilerim bana öğrettiler, o kültürün ne anlama geldiğini ve benim de nasıl bakmam gerektiğini. Farklılıklar veya benzerlikler dedin. Mesela Finlandiya’da sessiz olmak, sessizlik, kültürlerinin bir parçasıdır. O yüzden otantik hareket çalışmaları yaparken, sessiz kalmaları zor olmadı onlar için. Hem kültürlerinde hem de doğada var. Finlandiya’da insanlar doğayla çok haşır neşirler. Ama İspanya’da bir otantik hareket çalışmasında, sessiz kalmak onlar için daha zor. Bu insanlar da bu çalışmaya çok derinden bağlılar, ama aynı zamanda aralarında konuşmaya da çok meyilliler. Finlandiya’da sessizlik, malzemeyi taşıyabilmek hakim. Genel olarak, orada konuştukları zaman, çok derin bir yerden konuşuyorlar. Birşey söylemek istedikleri zaman, ne diyecekleri hakkında çok netler. Doğu kültürüne gitmiş bir Batı’lı olarak Çin’e gittiğim zaman da, orada da çok farklı bir kültür görüyorum. Orada da Lao Tzu ve Könfiçyus gibi etik, sanatkarlık ve ahlaki sorumluluk açısından birbirinden çok farklı düşünceleri olan filozofların etkilerini görüyorum.
Türkiye’ye Yunanistan üzerinden geldim. Yunanistan’da bir İngiliz sağlık merkezinde yaratıcı hareket atölyesi düzenlerken, katılımcılardan Finlandiya’lı bir kadın bu işi Finlandiya’da yapmanın gerekliliğinden bahsetti. Finlandiya’da benzer bir çalışma yaparken de, katılımcılardan Türk müzisyen Okay Temiz’in Finlandiya’lı eşi de bu çalışmayı Türkiye’de yapmaktan bahsetti. Türkiye’ye gelişim böyle oldu.
ZK: Kültürel olarak farkında olup duyarlı olmak ne kadar önemli? Ve çok ilginç bulduğum bir konudan bahsettiniz, kültürlerle ilgili bilgilere tarih kitaplarından ziyade edebiyattan ulaştığınızı söylediniz. Bu durumda başka sanat biçimlerini beden ve bilinçaltı ile birlikte birleştirmek ne kadar önemli?
MP: Kesinlikle çok önemli! Çünkü herşey birbirinden çok farklı. Benim geçmişimde Amerikan kültürünün 2. Dünya Savaşı sonrası empoze ettiği bir başarma, bir yerlere gelme fikirleri çok hakimdi. Bu da kendi hayatımda beni hep başarmaya itti. Ama kendi dans terapisi eğitimimde farkettim ki, hayır bu kadar da hırslı olmama gerek yok. Bu başarma hırsı bana ailemin ve çevremin verdiği bir fikirdi. Zihnimi rahat bırakamazdım, izin verilmezdi. Yavaşlamayı, hafiflemeyi öğrenmek durumunda kaldım. Bir başkasına kendi bilinçdışına ulaşma konusunda yardımcı olacaksam, ve ben daha orada neler var bilemezken, çok dikkatli olmam lazım. Çünkü ben kendi penceremden bakıyorum, ama orada olanlara, kendi önyargımla yaklaşamam, saygı duymalıyım. Ama öte yandan yepyeni birşeye karşı açık olmak konusunda, ne ile karşı karşıya olduğumu anlamadığım durumlarda başkasının beni aynalaması ve beni bilgilendirmesine izin vermeye çalışırım. Anlamadığım, hayatımda hiç karşılaşmadığım şeyler beni ‘öteki’ pozisyonuna koyduğu gibi, aynı zamanda gelenek, vazife ve sorumluluğu beraberinde getiren bir ‘gizem’ ile etrafımı çevirir. Türkiye’de çalışmak, bana daha geleneksel kadınlarla daha kozmopolit kadınların feminen bedenleri ile neler yaşadıklarını merak ettiriyor mesela.
ZK: İstanbul’a daha önce bir çok sebepten geldiniz, burada çalışmalarda bulundunuz. Son olarak da Bilgi Üniversitesi’ndeki Dans Hareket Terapisi sertifika programı için burdasınız. Türkiye’deki dans hareket terapisine verilen tepki hakkında ne düşünüyorsunuz?
MP: Şu ana kadarki tecrübelerime dayanarak, son derece pozitif tepkiler alıyorum. Tanıştığım ve bu konu hakkında konuştuğum kişiler son derece açıklıkla ve merakla ilgileniyorlar. Türkiye’de böyle bir yaratıcı sanatlar terapisi derneği veya programını başlatmanın, oluşturmanın çok kolay olmadığını düşünüyorum. Ama yanılıyor da olabilirim. ZK: Neden zor olduğunu düşünüyorsunuz?
MP: İtalya’da zordu. Bir Akdeniz ülkesindeki tecrübelerimden yola çıkarak söylüyorum. Mesela, İtalya’da müzk terapisi, dans terapisinden daha kolay kabul edildi. Müzik terapisi daha erken başladı, ve İtalyanlaın bilincine daha kolay yerleşti. Ayrıca müzik, insanlara daha az tehditkar biçimde dokunan bir sanat biçimidir. Görsel sanatlar da size görebileceğiniz, dokunabileceğiniz bir nesne sunar. Ama dans? Dansta beden en temel unsurdur ve bedenle çalışırken çok mahrem konular ortaya çıkar.
Az önce, bedenin bütün ülkelerde aynı olduğunu söylediniz. Ama bu kültürlerde beden algısının, bedene verilen tepkinin, anlamın farklılığından bahsedebilir miyiz? Farklı ülkelerde bu tür programlar oluştururken sanırım bunu da düşünmek gerekir.
Evet, ve bunu kitap okuyarak anlayamıyorsunuz. Bu farkı, bu çalışmaları yaptıkça anlıyorsunuz. Çalışmalarımda, öğrencilerimin geri bildirimleri, onların bana geri sundukları ile ben öğreniyorum, ve bu sayede nasıl ilerleyeceğimi görüyorum. Mesela Çin’de devlet politikasında tek çocuk yasası vardır. Bunun yanı sıra, çok uzun süre, 10 sene gibi, Mao’nun kitabı dışında bir kitap okutulmamıştır. Bütün bunların bir ülkenin zihninde ne gibi etkileri olabilir?
Bedenin, yani Çin halkının bedeninin, bütün bunlardan nasıl etkilendiğini düşünmek çok ilginç. Ülkenin bedeni... bir genelleme olabilir ama aslında üstünde düşünmesi çok aydınlatıcı olabilecek bir soru bu. Bir ülkenin, toplumun bedeni nedir?...
ZK: Öğrencilerinizin geri bildirimleri size bir sonraki adımınız için bir pusula görevi gördüğünden bahsettiniz. Bu geri bildirimlerin Bilgi Üniversitesi’ndeki dans hareket terapisi sertifika programını kurmak açısından nasıl katkıları oldu? Türkiye’de dans hareket terapisinin geleceğini nasıl öngörüyorsunuz? Pusulanız nereyi gösteriyor?
MP: Sanat terapisi alanında çalışan ve ilgilenen kişileri bir araya getirmek açısından, dernek kurarak çok önemli bir adım attığınızı düşünüyorum. Bu program açısından da, Zeynep Çatay ile profesyonel ilişkimiz çok önemli bir rol oynuyor. Zeynep Çatay’ın bir üniversite bünyesinde olması, bir dans terapisi alt dalı oluşturma hayalini gerçekleştirmek için çok önemli bir nokta. Bu sertifika programının, gerek klinik psikolog olsunlar gerek herhangi başka bir alandan öğrenciler için, bedenin zihin üzerindeki, ve zihnin beden üzerindeki etkilerini yaratıcı hareket sayesinde anlamaya yardımcı olacağını düşünüyorum. Gelişme göstererek, zamanla bu sertifika programının bir lisans programına dönüşeceğini umuyorum. Bu tür alanların ve mesleklerin devlet tarafından tanınmış olması çok önemli. İtalya’da, özel okullardaki dans terapisi bölümlerinin bir araya gelerek 1998 yılında kurmuş oldukları bir dans terapisi derneği var. Daha geçen sene, 2013’te sanat terapileri devlet tarafından uzmanlık alanı olarak tanındı.
Yaratıcı süreç, dans hareket terapisinin özündeki süreçtir. Daha varlığını bile bilmediğiniz yaratıcılığa ulaşmak için, o karanlık ve zengin yaratıcılığın derinliklerine inmeniz gerekir. Yaratıcılığınızı hastanız ortaya çıkaracaktır. Buna açık olun. Nasıl ve nereye doğru hareket etmeniz gerektiğini hastanız size söyleyecektir.
ZK: Bir hastanede onkoloji servisinde ağır hasta çocuklarla çalışıyorsunuz. Bize biraz bu tecrübenizden bahseder misiniz? Ayrıca dans hareket terapisi başka alanlarda, mesela psikiyatri gibi, hastane içerisinde nasıl kullanılabilir?
MP: Dans hareket terapisti olarak ilk çalıştığım yer, bir bağımlılık kliniği idi. Kliniğin başındaki kişi, beni bir dans öğretmeni olarak tanıyordu, ve ‘Gel, klinikteki hastalarla dans et’ diyerek çağırdı. Ona dans terapisinin ne olduğunu biraz anlatmaya çalışmıştım, ama başlarda anlayamamıştı. Bana güvenmiş olduğu için, klinikteki çalışmalarım sayesinde dans terapisini zamanla ona da öğretmiştim. Özellikle bu alanın tanınmadığı çevrelerde, bir dans terapisti olarak en önemli göreviniz, eğitmek oluyor. Ama yavaşça, çok üstlerine gitmeden.
Daha sonra bir gündüz hastanesinde, oradaki psikiyatrlar ve psikologlar ile birlikte, psikiyatri hastaları ile çalıştım. O sıralarda kendi özel kliniğim de vardı. Hala özelde hasta görüyorum, ama çok seyahat ettiğim için, uzun zamandır çalıştığım ve 3 haftadan uzun ayrı kalabilen hastalarım var.
Ağır hasta olan çocuklardan bahsetmişken... Bir onkoloji servisinde çocuklarla çalışıyorum. 2004 yılında, yaratıcı hareket seminerimde öğrencim olan bir anne bana kızının tedavisi sırasında böyle bir çalışmaya ihtiyacı olduğunu söyleyerek beni hastaneye davet etmişti. İlk bir ay, klinikte çocukları gözlemledim. Daha sonra 2 sene boyunca, Kudüs’te bir onkoloji servisinde çalışan bir dans hareket terapistinden süpervizyon alarak ilerledim.
Bu çalışmaları, hala bugün, anlık yaratıyorum. Hastane odasına girdiğimde, sadece çocukla değil, bütün ‘sistem’ ile, anne, baba, büyükanne, veya yatakbaşında kim varsa, onlarla çalışıyorum. O gün odada hissedilen havanın yanı sıra çocuğun neler hissettiği, neye baktığı, neler beklediği çok önemli. Mesela, hastanenin doğal ortamında, çocuklarının tedavisinden dolayı aileler çok depresif olabiliyorlar. Çocuğun bedenindeki ve duygularındaki depresiflğin, aileden yansıdığını görebiliyorum. Böyle bir durumda, çocukla iletişime geçtikçe, aslında içinde müthiş bir canlılık taşıdığını görüyorum. Bunun üzerine, çocuğun oyun oynadığını, oynayabildiğini, ve taptaze bir yaşam enerjisi ile hareket ettiğini gören aile de depresif durumlarından uyanabiliyorlar. Hastanedeki çok değişken şartlardan dolayı, neler yapacağımı önceden planlamıyorum. İçinde çeşitli oyuncaklar, şallar, toplar, müzik olan bir çantam var. Anda olarak, çocuğun o anda neler hissettiği, neye ihtiyacı olduğunu sezinleyerek seanslarımı şekillendiriyorum. Çocuklarla hareketli hikayeler yaratıyorum.
ZK: Son olarak, temel bir soru sormak istiyorum. Yaratıcılık nedir, ve sanat terapilerindeki önemi nedir?
MP: Sanat terapileri, dans, müzik, drama veya görsel sanatlar olsun, sanat üzerine kurulmuştur. Bence bu alanda çalışacak kişilerin en önemli özelliği, o sanat dalı ile haşır neşir olmalıdır. O sanat dalı ile oynamış olmaları gerekir. Terapistin beraberindeki bavulunda o sanat dalı ile ilgili yeterince deneyimi olması gerekir. Bazı işe yarayacağını bildiğin müdahelelerin yanında, yarayıp yaramayacağını bilmediklerin de vardır. Terapi sırasında, herşeyi ortaya atamayacağınız için, bu bilemediğniz müdaheleleri kullanmak, önceden hesaplanmış bir risktir. Çoğunlukla bu fikirler, klinik deneyim ve eğitim geçmişine göre içgüdüsel olarak akıllı bir yerden çıkarlar. Yaratıcı süreç, dans hareket terapisinin özündeki süreçtir. Daha varlığını bile bilmediğiniz yaratıcılığa ulaşmak için, o karanlık ve zengin yaratıcılığın derinliklerine inmeniz gerekir. Yaratıcılığınızı hastanız ortaya çıkaracaktır. Buna açık olun. Nasıl ve nereye doğru hareket etmeniz gerektiğini hastanız size söyleyecektir.
Zeynep Kocaoğlu, MA Columbia Üniversitesi'de Hareket Bilimi üzerine yüksek lisans derecesinin ardından, İÜ İTF'de Sanat Psikoterapileri ile tanışmış ve Sanat Psikoterapisi ve Rehabilitasyon biriminde psikiyatrik hastalarla dans/hareket terapisi grupları yürütmüştür. Halen, Bilgi Üniversitesi'nde Klinik Psikolojisi yüksek lisans programına ve 'Yaratıcı Hareket ve Dans/Hareket Terapis'i sertifika eğitimine devam etmektedir. Sanat Psikoterapileri Derneği kurucu ve yönetim kurulu üyesidir.