Psikoanalitik Yaklaşımla Sanat Terapisi
Psikanaliz ve psikodinamik teoriler, insan davranışlarına yön veren bilinçdışı materyali bilinç düzeyine getirerek bireyi bir bütün olarak anlamayı, farkındalığını arttırmayı, ruhsal çatışmalarını analiz etmeyi, savunmalarını ve nesne ilişkilerini olgunlaştırmayı ve bireyin sorunlarını çözüme kavuşturmayı amaçlayan modellere temel oluşturan önemli psikolojik yaklaşımlardandır.
Sanatın, bir psikoterapi yöntemi olarak gelişiminin öncülerinden olan Margaret Naumburg, 1940'larda Freud'un bakış açısından, dinamik sanat terapi yaklaşımının gelişiminde yararlanmış ve sanatı terapötik iletişimde bir araç olarak kullanmıştır. Jung ve Sullivan'dan da etkilenen Naumburg (1950), "Schizophrenic Art: Its Meaning in Psychotherapy" kitabında psikotik ve nörotik sanatın özelliklerini incelemiş ve vaka örnekleri sunmuştur. Naumburg, "dinamik oryantasyonlu sanat terapi " olarak tanımladığı yaklaşımında, sanatın, hastaların yaptıkları serbest çizimler ve serbest çağrışım aracılığıyla bilinçdışı çatışmaları bilinçli hale getirmeye dönük, iyileştirici, katartik ve kominikatif özelliklerini vurgulamıştır. Dinamik psikiyatrideki gelişmeler sanat terapi alanına da yansımış ve Arthur Robbins nesne ilişkileri, Mildred Lachman-Chapin kendilik psikolojisi kuramı çerçevesinde, sanat materyalini psikoterapötik ilişkide bir araç olarak kullanmıştır. Nesne ilişkileri teorisi, bu yaklaşımı daha da geliştirmiş, bu alanda Winnicot, çocuklarla yaptığı çalışmalarda sanatı bir “geçiş nesnesi” olarak kullanmıştır. Killick (1987), akut psikozda dinamik sanat psikoterapisini kullanmış, resmi, içinde intrapsişik hareketin ve eylemin gerçekleşebileceği bir “saha” olarak tanımlamıştır. Bu saha simge-öncesi yapıların ve ilişkilerin evrimi için uygun bir ortam işlevi görmekte, somut ve simgesel işlevsellik arasında bir “ara-alan” oluşmaktadır. Schaverian’de (1992), “The Revealing Image: Analytical Art Psychotherapy in Theory and Practice” kitabında sanat eserini yapma ve ona bakma eylemi aracılığıyla hastanın psikolojik durumunda bir dönüşüm sağlayan “analitik farklılaşmayı” kabul eden ”Analitik Sanat Psikoterapisi” yaklaşımını önermiştir. Bion’un tanımladığı konteynır (container) ve alfa-beta öğeler kavramları ile, sanat materyalinin terapide anlaşılması ve kullanılmasında çok yararlı bir bakış sunmuştur. “Ham deneyim” olarak tanımlanan “beta öğeler”, bebeğin jestlerinin anne tarafından anlamlandırılması gibi, sanat ürününe (ör. resim) aktarılarak terapistle ilişki içinde sembolik biçimlendirmeler ve anlamlandırmalar yoluyla sindirilmiş “alfa öğelere” dönüştürülebilir.
Psikoanalitik ve psikodinamik kuramlara dayalı sanat psikoterapi modellerinde çalışmanın temel odağı, bilinmeyenin (bilinçdışı) görünür bir sanatsal tasarım (imge, resim, ritm, hareket, ses vb.) oluşturma yoluyla dış dünyaya hareketi (eksternalizasyon) ve terapötik oyun alanında terapist ile birlikte dönüştürülmesi ve bilinir hale gelenlerin (bilinçli) içeriye doğru hareketidir (internalizasyon). Bu süreç kendiliğin (self) farklı yönlerinin sanatsal ürün oluşturma ve ona dışarıdan bakma aşamalarında oluşan yansıtmaya (projeksiyon) bağlıdır. Yansıtma, psikoterapide varsayımsal olarak gerekli olan kişisel materyali açığa çıkaran sanatları ifade etmek için bir temel oluşturur. İlk olarak sanat ve iç dünya arasında bağlantı kuran sebep-sonuç süreci ya da sanat eseri yaratıldıktan sonra ona kişisel anlam yüklendiği atfetme süreci olarak, sanatsal ifade etmenin hem içeriğini hem de şeklini belirler. İkinci olarak, model sanatsal bir şekilde ifade edilen kişisel materyalin daha sonra değiştiği, üzerinde çalışıldığını ve arabuluculuk yapıldığı dönüşüm kavramını kullanır. Yaratıcı sanat terapileri, bu dönüşümsel sürecin doğal olarak ortaya çıkıp çıkmadığını, terapistin müdahalelerine bağlı olup olmadığını ya da sanatsal medyanın kendine özgü yapısından kaynaklanıp kaynaklanmadığını tartışır. Sonuç olarak model, dönüştürülen kişisel materyalin hastanın psikolojik ruh haline yeniden entegre edildiği içselleştirme kavramına bağlıdır. Yaratıcı sanat terapileri, bu yeniden entegre etme aşamasında sözlü ifade etmenin önemi konusunda farklılıklar gösterir. İyileştirici ilişki sadece kesin bir biçim ve özel duyguların açığa kavuşturulması ile değil aynı zamanda içgörü ve duygulanımı da (emosyonel adaptasyonu) sağlayan sahneleme yoluyla ortaya çıkar.
Bu modelde sanat ürünü değil, terapist bir dönüştürücü olarak hizmet eder. Böylece psikoanalizde, yansıtma, odanın gizliliği ve terapiste aktarım yoluyla ve yansıtılanları terapistin alıcılığı, tutma kapasitesi ve yorumlamaları yoluyla terapötik boşlukta oluşur. Psikodinamik sanat terapisinin sanat ürününün de dahil olduğu üçgen yapısı, sözel terapilerdeki hasta ve terapist arasındaki ikili ilişkinin olanaklarını genişletir.
Kaynaklar
Sanatın, bir psikoterapi yöntemi olarak gelişiminin öncülerinden olan Margaret Naumburg, 1940'larda Freud'un bakış açısından, dinamik sanat terapi yaklaşımının gelişiminde yararlanmış ve sanatı terapötik iletişimde bir araç olarak kullanmıştır. Jung ve Sullivan'dan da etkilenen Naumburg (1950), "Schizophrenic Art: Its Meaning in Psychotherapy" kitabında psikotik ve nörotik sanatın özelliklerini incelemiş ve vaka örnekleri sunmuştur. Naumburg, "dinamik oryantasyonlu sanat terapi " olarak tanımladığı yaklaşımında, sanatın, hastaların yaptıkları serbest çizimler ve serbest çağrışım aracılığıyla bilinçdışı çatışmaları bilinçli hale getirmeye dönük, iyileştirici, katartik ve kominikatif özelliklerini vurgulamıştır. Dinamik psikiyatrideki gelişmeler sanat terapi alanına da yansımış ve Arthur Robbins nesne ilişkileri, Mildred Lachman-Chapin kendilik psikolojisi kuramı çerçevesinde, sanat materyalini psikoterapötik ilişkide bir araç olarak kullanmıştır. Nesne ilişkileri teorisi, bu yaklaşımı daha da geliştirmiş, bu alanda Winnicot, çocuklarla yaptığı çalışmalarda sanatı bir “geçiş nesnesi” olarak kullanmıştır. Killick (1987), akut psikozda dinamik sanat psikoterapisini kullanmış, resmi, içinde intrapsişik hareketin ve eylemin gerçekleşebileceği bir “saha” olarak tanımlamıştır. Bu saha simge-öncesi yapıların ve ilişkilerin evrimi için uygun bir ortam işlevi görmekte, somut ve simgesel işlevsellik arasında bir “ara-alan” oluşmaktadır. Schaverian’de (1992), “The Revealing Image: Analytical Art Psychotherapy in Theory and Practice” kitabında sanat eserini yapma ve ona bakma eylemi aracılığıyla hastanın psikolojik durumunda bir dönüşüm sağlayan “analitik farklılaşmayı” kabul eden ”Analitik Sanat Psikoterapisi” yaklaşımını önermiştir. Bion’un tanımladığı konteynır (container) ve alfa-beta öğeler kavramları ile, sanat materyalinin terapide anlaşılması ve kullanılmasında çok yararlı bir bakış sunmuştur. “Ham deneyim” olarak tanımlanan “beta öğeler”, bebeğin jestlerinin anne tarafından anlamlandırılması gibi, sanat ürününe (ör. resim) aktarılarak terapistle ilişki içinde sembolik biçimlendirmeler ve anlamlandırmalar yoluyla sindirilmiş “alfa öğelere” dönüştürülebilir.
Psikoanalitik ve psikodinamik kuramlara dayalı sanat psikoterapi modellerinde çalışmanın temel odağı, bilinmeyenin (bilinçdışı) görünür bir sanatsal tasarım (imge, resim, ritm, hareket, ses vb.) oluşturma yoluyla dış dünyaya hareketi (eksternalizasyon) ve terapötik oyun alanında terapist ile birlikte dönüştürülmesi ve bilinir hale gelenlerin (bilinçli) içeriye doğru hareketidir (internalizasyon). Bu süreç kendiliğin (self) farklı yönlerinin sanatsal ürün oluşturma ve ona dışarıdan bakma aşamalarında oluşan yansıtmaya (projeksiyon) bağlıdır. Yansıtma, psikoterapide varsayımsal olarak gerekli olan kişisel materyali açığa çıkaran sanatları ifade etmek için bir temel oluşturur. İlk olarak sanat ve iç dünya arasında bağlantı kuran sebep-sonuç süreci ya da sanat eseri yaratıldıktan sonra ona kişisel anlam yüklendiği atfetme süreci olarak, sanatsal ifade etmenin hem içeriğini hem de şeklini belirler. İkinci olarak, model sanatsal bir şekilde ifade edilen kişisel materyalin daha sonra değiştiği, üzerinde çalışıldığını ve arabuluculuk yapıldığı dönüşüm kavramını kullanır. Yaratıcı sanat terapileri, bu dönüşümsel sürecin doğal olarak ortaya çıkıp çıkmadığını, terapistin müdahalelerine bağlı olup olmadığını ya da sanatsal medyanın kendine özgü yapısından kaynaklanıp kaynaklanmadığını tartışır. Sonuç olarak model, dönüştürülen kişisel materyalin hastanın psikolojik ruh haline yeniden entegre edildiği içselleştirme kavramına bağlıdır. Yaratıcı sanat terapileri, bu yeniden entegre etme aşamasında sözlü ifade etmenin önemi konusunda farklılıklar gösterir. İyileştirici ilişki sadece kesin bir biçim ve özel duyguların açığa kavuşturulması ile değil aynı zamanda içgörü ve duygulanımı da (emosyonel adaptasyonu) sağlayan sahneleme yoluyla ortaya çıkar.
Bu modelde sanat ürünü değil, terapist bir dönüştürücü olarak hizmet eder. Böylece psikoanalizde, yansıtma, odanın gizliliği ve terapiste aktarım yoluyla ve yansıtılanları terapistin alıcılığı, tutma kapasitesi ve yorumlamaları yoluyla terapötik boşlukta oluşur. Psikodinamik sanat terapisinin sanat ürününün de dahil olduğu üçgen yapısı, sözel terapilerdeki hasta ve terapist arasındaki ikili ilişkinin olanaklarını genişletir.
Kaynaklar
- Eren N, Emil Öğünç N, Keser V, Bıkmaz S, Şahin D, Saydam B. Psychosocial, symptomatic and diagnostic changes with long-term psychodynamic art psychotherapy for personality disorders. The Arts in Psychotherapy 2014;41:375-85.
- Freud S. Şipal K, çeviri. Sanat ve Sanatçılar Üzerine. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları; 1995.
- Johnson DR. On the therapeutic action of the creative arts therapies: the psychodynamic model. The Arts in Psychotherapy 1998;25:85- 99.
- Jung CG. Babaoğlu AN, çeviri. İnsan ve Sembolleri. 4. Baskı. İstanbul: OkuyanUs Yayın;2009.
- Naumburg M. Schizophrenic Art: Its Meaning in Psychotherapy. New York: Grune-Stratton, Inc; 1950.
Doç. Dr. Nurhan Eren ,
|