Sessiz Şehrin Hikayesi
Yazan: Nur Dinçer Genç
1999 yılında ilk kez Marmara depremi ertesinde travma alanında çalışmaya başladım. Yumuşak bir dokunuşla, acıtmadan, içimizdeki mevcut iyileşme gücünü kullanmayı bize öğreten bir terapi yönteminin varlığından haberdar olmam da aynı dönemdeydi : "SANAT TERAPİSİ". Psikoloji eğitimimin başından itibaren hep bir arayış içinde olduğum ve eksikliğini hissettiğim şeyi bulmuştum, sanat terapisinin travmadaki hızlı iyileştirme etkisini farkettikçe büyük bir şaşkınlık yaşadığımı hatırlıyorum. Deprem bölgesindeki uygulamalarla yola çıktığım, hem insanlara hem de kendime bir yardım aracı, adeta bir ışık olacak sanat terapisi serüvenim böyle başladı.
Bu kez, günlerdir dinlenme şansı bulamadan tüm yürekleri ve enerjilerini ortaya koyarak çalışan sosyal hizmet uzmanları ve psikologlardan oluşan bir ekibe eğitim ve destek çalışması için gece saat 3 gibi arabamızla Soma'ya doğru yola çıktık. Uykusuzluğuma, karışık duygular ve düşünceler eşlik ediyordu. Yola çıkmadan önce birçok kez kendime sorduğum, acaba neye ihtiyaç var, götürmeyi unuttuğum bir şeyler var mı? soruları kafamın içinde dönüp duruyordu. Bizden önce Soma'da gönüllü olarak çalışan arkadaşlarımız bilgiler verdiği halde nasıl bir ortam bizi bekliyor? soruları ile sabah 8 gibi Soma'ya vardık. Şehre kuşbakışı bakan tepenin üstünde yer alan Soma Rehabilitasyon Merkezi’nde bizi oldukça sıcak karşılayan meslektaşlarımız ile çalışma öncesinde biraz sohbet etme şansı bulabildik. Çoğu meslek hayatının henüz başında olmasına rağmen el yordamı ile doğruyu bulmaya, yapmaya çalışan meslektaşlarım, kendi hayatlarını ve duygularını sanki bir kutunun içine kapatmış, sadece buradaki insanların hayatlarını, yaslarını ve gelecek kaygılarını yaşıyorlardı.
2 gün boyunca yaklaşık 40 derece sıcakta, sanat terapisi çalışmalarını uygulamaya ve insanlara yardım ederken nasıl kullanabileceklerini öğrenmeye uğraşırken, inanılmaz bir istek ve sabırla çalıştılar. Aynı zamanda yaptığımız çalışmaların, kendi duygularını ve ihtiyaçlarını fark etmek için de kapı açıcı bir özelliği olduğunu gördüm. Bizler, alanda çalışan meslektaşlarımıza kriz ve afet durumundan etkilenen insanlara nasıl yardım edebilecekleri hakkında bilgi vermeye ve destek olmaya gitmiştik ama bir kez daha anladık ki, yardım edenlerin de en az olayın kendisini yaşayanlar kadar yardıma ihtiyacı vardı. Girişi beton dökülerek örülmüş maden ocağı gibi duygularını karanlığa terk ederek, hiç sorgulamadan, kendilerini nasıl koruyacaklarını ve besleyeceklerini bilmeden yardıma koşmaları, önce "yardım edene yardım" konusunun önemini bize bir kez daha hatırlattı.
Soma'dan dönerken tesbit ettiğimiz ihtiyaçlar hakkında ekibimizle konuştuk ve notlar aldık, sadece Soma'da değil bundan sonra yaşanabilecek olası kriz ve afet durumları için hazırlıklı olmamız gerektiğini tekrar birbirimize hatırlattık.
Derneğimizde yeni oluşturulan Travma Komisyonu’nun hazırlamakta olduğu "Travmada Sanat Terapisi Yöntemlerinin Kullanımı" eğitimini oluştururken, önemli bir bölümü "yardım edenlere yardım" konusuna ayırmamız gerektiğine karar verdik. Yaşadığımız şehirlerde, masalarımızın başındayken alanda çalışanlara uzaktan söyleyecek bir çok fikrimiz, alana gittiğimizde de verecek bir çok önerimiz, anlatacak teorilerimiz var, oysa gerçek ihtiyaçları tesbit için, öncelikle tüm özverileriyle bölgede çalışan meslektaşlarımıza kulak vermek gerekiyor.
Akşam kaldığımız yerin terasında karmakarışık duygularla oturup dinlenmeye çalışırken, Soma'ya sinen o ürkütücü sessizliği fark ettim.
Biraz kulak verince küçük bir fısıltı geldi kulağıma. "Gözlerini kapat ve beni dinle, sana anlatacak bir hikayem var" diyordu sanki...
“Bir zamanlar, ismi taşlık, dağlık anlamına gelen Trakhys (Soma) isminde bir şehir varmış, bu şehrin erkekleri sabah kalkıp işlerine giderler, bütün gün yerin altında, karanlıkta, ter içinde ekmek parası için çalışırlar, akşam olunca evlerine döner, eşleri ve çocukları ile karınlarını doyurur, yatıp uyurlarmış. Sıradan ve huzurlu bir hayatmış bu, ta ki bir gün ...”
Yazan: Nur Dinçer Genç
1999 yılında ilk kez Marmara depremi ertesinde travma alanında çalışmaya başladım. Yumuşak bir dokunuşla, acıtmadan, içimizdeki mevcut iyileşme gücünü kullanmayı bize öğreten bir terapi yönteminin varlığından haberdar olmam da aynı dönemdeydi : "SANAT TERAPİSİ". Psikoloji eğitimimin başından itibaren hep bir arayış içinde olduğum ve eksikliğini hissettiğim şeyi bulmuştum, sanat terapisinin travmadaki hızlı iyileştirme etkisini farkettikçe büyük bir şaşkınlık yaşadığımı hatırlıyorum. Deprem bölgesindeki uygulamalarla yola çıktığım, hem insanlara hem de kendime bir yardım aracı, adeta bir ışık olacak sanat terapisi serüvenim böyle başladı.
Bu kez, günlerdir dinlenme şansı bulamadan tüm yürekleri ve enerjilerini ortaya koyarak çalışan sosyal hizmet uzmanları ve psikologlardan oluşan bir ekibe eğitim ve destek çalışması için gece saat 3 gibi arabamızla Soma'ya doğru yola çıktık. Uykusuzluğuma, karışık duygular ve düşünceler eşlik ediyordu. Yola çıkmadan önce birçok kez kendime sorduğum, acaba neye ihtiyaç var, götürmeyi unuttuğum bir şeyler var mı? soruları kafamın içinde dönüp duruyordu. Bizden önce Soma'da gönüllü olarak çalışan arkadaşlarımız bilgiler verdiği halde nasıl bir ortam bizi bekliyor? soruları ile sabah 8 gibi Soma'ya vardık. Şehre kuşbakışı bakan tepenin üstünde yer alan Soma Rehabilitasyon Merkezi’nde bizi oldukça sıcak karşılayan meslektaşlarımız ile çalışma öncesinde biraz sohbet etme şansı bulabildik. Çoğu meslek hayatının henüz başında olmasına rağmen el yordamı ile doğruyu bulmaya, yapmaya çalışan meslektaşlarım, kendi hayatlarını ve duygularını sanki bir kutunun içine kapatmış, sadece buradaki insanların hayatlarını, yaslarını ve gelecek kaygılarını yaşıyorlardı.
2 gün boyunca yaklaşık 40 derece sıcakta, sanat terapisi çalışmalarını uygulamaya ve insanlara yardım ederken nasıl kullanabileceklerini öğrenmeye uğraşırken, inanılmaz bir istek ve sabırla çalıştılar. Aynı zamanda yaptığımız çalışmaların, kendi duygularını ve ihtiyaçlarını fark etmek için de kapı açıcı bir özelliği olduğunu gördüm. Bizler, alanda çalışan meslektaşlarımıza kriz ve afet durumundan etkilenen insanlara nasıl yardım edebilecekleri hakkında bilgi vermeye ve destek olmaya gitmiştik ama bir kez daha anladık ki, yardım edenlerin de en az olayın kendisini yaşayanlar kadar yardıma ihtiyacı vardı. Girişi beton dökülerek örülmüş maden ocağı gibi duygularını karanlığa terk ederek, hiç sorgulamadan, kendilerini nasıl koruyacaklarını ve besleyeceklerini bilmeden yardıma koşmaları, önce "yardım edene yardım" konusunun önemini bize bir kez daha hatırlattı.
Soma'dan dönerken tesbit ettiğimiz ihtiyaçlar hakkında ekibimizle konuştuk ve notlar aldık, sadece Soma'da değil bundan sonra yaşanabilecek olası kriz ve afet durumları için hazırlıklı olmamız gerektiğini tekrar birbirimize hatırlattık.
Derneğimizde yeni oluşturulan Travma Komisyonu’nun hazırlamakta olduğu "Travmada Sanat Terapisi Yöntemlerinin Kullanımı" eğitimini oluştururken, önemli bir bölümü "yardım edenlere yardım" konusuna ayırmamız gerektiğine karar verdik. Yaşadığımız şehirlerde, masalarımızın başındayken alanda çalışanlara uzaktan söyleyecek bir çok fikrimiz, alana gittiğimizde de verecek bir çok önerimiz, anlatacak teorilerimiz var, oysa gerçek ihtiyaçları tesbit için, öncelikle tüm özverileriyle bölgede çalışan meslektaşlarımıza kulak vermek gerekiyor.
Akşam kaldığımız yerin terasında karmakarışık duygularla oturup dinlenmeye çalışırken, Soma'ya sinen o ürkütücü sessizliği fark ettim.
Biraz kulak verince küçük bir fısıltı geldi kulağıma. "Gözlerini kapat ve beni dinle, sana anlatacak bir hikayem var" diyordu sanki...
“Bir zamanlar, ismi taşlık, dağlık anlamına gelen Trakhys (Soma) isminde bir şehir varmış, bu şehrin erkekleri sabah kalkıp işlerine giderler, bütün gün yerin altında, karanlıkta, ter içinde ekmek parası için çalışırlar, akşam olunca evlerine döner, eşleri ve çocukları ile karınlarını doyurur, yatıp uyurlarmış. Sıradan ve huzurlu bir hayatmış bu, ta ki bir gün ...”