BİLİM-SANAT VE YARATMA EDİMİNİN ÖRTÜŞTÜĞÜ YAŞAMLARIYLA, DÜŞÜNCELERİYLE Prof.Dr. İSMAİL ERSEVİM ve Prof.Dr. SÜLEYMAN VELİOĞLU
Duygu Seda Tomru Dramaturg (MA), Dans Hareket Terapisi ve Sanat Terapisi Uygulayıcısı
16-17 yaşlarındaydım. Yaz sabahları yürüyüşe çıktığımda önünden geçtiğim bir balkon benim için ilgi çekiciydi. Uzunca beyaz saçlarını kimi zaman arkada toplayan, kimi zaman serbest bırakan Beyefendi balkon masasında ya kitap okur, ya defterine özenle yazar, ya kitapları yanında kahvesini yudumlarken mavi ufka bakıp düşünür ya da daktilosunun tuşlarıyla tempolu bir müzik yaratırdı. Zaman içinde Beyefendi ile selamlaşır olmuştuk. Bazı sabahlar eşiyle sohbet edip kahvelerini yudumladıklarına da uzaktan tanık olurdum. Bu sabahlarda nazik gülümseyişlerini benden esirgemezlerdi. O Beyefendi'nin kim olduğunu, neler düşündüğünü, neler yazdığını merak eder, kendimce düşlerdim. Her gün sabah sakinliğinde yeni güne merhaba derken, balkonunda çalışıyor, düşünüyor oluşu, uzaktan fark edilen özeni, şıklığı ve zerafeti bana ilham verirdi. O yaşlara geldiğimde benzer bir sabah ritüelim olmasına niyet ettiğimi de anımsıyorum. Yaklaşık on yıl sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Tiyatro Araştırma Laboratuarı TAL'da çalışmaya başladığım gün Ayla Algan ve Beklan Algan ile sohbet ederken duvardaki bir resim çerçevesinin önünde durmuştuk. TAL'ın kuruluş sürecini ve düşünsel alt yapısının nasıl oluştuğunu bana anlatmışlardı. Bu çerçevenin içinde siyah kalın uçlu kalemle ve elyazısıyla yazılıp çizilmiş bir tablo vardı. Kimi felsefecilerin yaklaşımları, yaratıcılık ve insan varlığı üzerine belli görüşler bu tabloda yer alıyordu. Prof. Dr. Süleyman Velioğlu'nun kendi güzel elyazısıyla yazdığı bu tablonun onun geliştirdiği düşünsel alt yapıyı kapsadığını belirtmişlerdi. Her sabah çalışma odamızın kapısını ilk ben açıyor sabah kahvemi içerken o tablonun karşısında oturuyor, tekrar tekrar okuyordum. Yaratıcılık, yaratma edimi, insan varlığı, insanın katmanları ile ilgili bir çok soru uyanıyordu zihnimde. Bir sabah Ayla Hanım, Süleyman Velioğlu Hoca'nın yakın arkadaşı olduğunu belirterek beni Prof.Dr. İsmail Ersevim ile tanıştırdı. İsmail Bey haftada bir gün TAL kadrosuyla gerçekleştirilen laboratuar çalışmalarına katılıp ekibe danışmanlık ve eğitmenlik yapardı. Her gelişinde sayfalarca notlar tutar, meraklı gözlerle anlamaya, kavramaya çalışırdım anlattıklarını. İsmail Bey'in hepimizden daha çalışkan ve araştırmacı oluşu, enerjikliği, dinamikliği, kendine özgü mizahi yanı ilham vericiydi. Sunumlarında zaman zaman Süleyman Velioğlu'ndan, ortak çalışmalarından, benzeşen ve çatışan düşüncelerinden de söz ederdi. Aylar sonra sadece yazdıklarını okuduğum ve anlatılanlardan tanıdığım Süleyman Velioğlu'nu kısacık bir süreliğine gördüm. Onlarca yıl önce yaz sabahlarında selamlaştığım Beyefendi karşımdaydı. Ne tatlı ve değerli bir süprizdi bu! Kalbimde bir sıcaklık ve gülümseyişle andığım bu tesadüf benim için yaşam yolculuğumun unutulmaz anlarındandı. “Yaratıcılık, Kayıp ve Yas” temalarını içeren bir ebülten için ne yazacağımı düşündüğümde aklıma ilk sevgili Prof. Dr. İsmail Ersevim ve Prof. Dr. Süleyman Velioğlu geldi. Türkiye'de sanat aracılığıyla terapi uygulamalarının ve psikososyal yaklaşımın öncüleri diyebileceğimiz bu iki değerli insanı sevgi ve şükranla anmayı, onların yaratıcılık ile ilgili görüşlerini okuyucularımızla buluşturmayı hayal ettim. Okuduğunuz satırların kuluçka dönemi böylece başladı. Yazımın son bölümünde Ersevim ve Velioğlu'nun kitaplarından derlemiş olduğum düşüncelerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Öncesinde ise onları; onlarla birlikte çalışma şansını yakalamış Sanat Psikoterapileri Derneği Onursal Başkanımız'dan da dinlemenizi isterim. Değerli Doç.Dr. Nurhan Eren Hanım yoğun çalışma temposu içerisinde zaman ayırarak onları şu sözleriyle anlattı. ****** “Prof. Dr. İsmail Ersevim ile tanışmam henüz Türkiye’ye yeni döndüğü yıllarda olmuştu. Uzun yıllar Amerika’nın çeşitli eyaletlerinde psikoanalist olarak çalışan ve birçok servisin kurulmasında etkin olarak öncülük eden değerli hocamızın engin deneyimlerinden yararlandığım için kendimi şanslı görüyorum. Özellikle yaratıcılık konusunda çok derin bir bilgi birikimine ve deneyime sahip olan İsmail Ersevim’in bana ve İ.Ü. İ.T.F. Psikiyatri A.D. Sosyal Psikiyatri Servisi ekibine katkıları unutulmaz. Ağır ruhsal sorunları olan bireylerle ayakta tedavi servisi olan Sosyal Psikiyatri Servisi’nde sanat psikoterapisi ağırlıklı gündüz hastanesi modelinde çalıştığım yıllarda, her gün belli sayıda (10-12 kişi) hasta sabahtan akşama kadar serviste kalıyor; sabah resim ve seramik ağırlıklı sanat terapi atölyesine, öğleden sonra da etkileşim grubuna katılıyorlardı. Öğlen saatlerinde ise hastalarla birlikte hazırladığımız yemek ve çay saatimiz vardı. Demokratik bir ilişki içinde hastalarla ortamı paylaşıyor, birlikte yemek yiyor, zaman zaman hastane dışı gezi, sinema, piknik gibi etkinlikler yapıyorduk. O dönemde psikotik bozukluklardan oluşan bir grupla müzikle etkileşim grubu başlatmıştık. Halk eğitim merkezlerinden gelen müzik hocalarının eşlik ettiği çalışmamız, giderek terapötik bir nitelik kazanmaya başlamıştı. Tam o dönemde 1992-1994 yılları arasında yollarımızın kesiştiği İsmail Ersevim, her hafta kliniğimize gelerek bu grubu yürüten tüm ekibe süpervizyon vermişti. Sanatla psikoterapi grubunun işleyişi ve hastaların grup içindeki dinamiklerini anlamamda bu toplantıların çok katkısı olmuştur. Son derece mütevazı, gelişimi destekleyici ve olumlu bir bakışa sahip olan hocamızla ilgili hiç unutmadığım bir anımı anlatmak isterim. Bir öğle saati yine hastalarla beraber yemek hazırlıyorduk, İsmail bey bize domatesli pilav yapacaktı. Ocağın başında son derece neşeli ve konuşkan bir tutumla pilavı hazırlıyordu. O sırada başka bir klinikten beni ziyarete gelen bir meslektaşım koridordan içerideki ortamı gördü ve bana “bu hastanız ne kadar neşeli ve pozitif birisi” dedi. “O bizim hocamız” dediğimde, meslektaşımın hastalarla ekibin bir arada oluşuna biraz şaşırarak baktığını hatırlıyorum. Psikiyatride psikososyal yaklaşımın ve sanatın kullanımının henüz başında olduğumuz bu yıllarda bize kattıklarından dolayı hocamızı şükranla anıyorum. ****** 1985 yılında çalışmaya başladığım İ.Ü. İ.T.F. Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’nda ilk iki yıl Süleyman Velioğlu’nun sorumlu öğretim üyesi olduğu psikonevroz servisinde çalışmaya başlamıştım. Bu servis o yıllarda yarı açık, yataklı bir servisti, hastalar izinli dışarıya çıkabiliyor ve hafta sonları evlerine gidebiliyordu. Bir gündüz hastanesi modelinde yürütülen tedavi, ağırlıklı olarak psikososyal psikoterapi yaklaşımını içeriyordu. Bireysel görüşmeler, grup terapileri, psikodrama, resim çalışmaları vb.. Henüz psikiyatriye yeni başladığım o yıllarda haftalık periyotta hoca ile yaptığımız vaka toplantılarının derinliğini ve tıbbi teşhisin ötesinde insanı anlama üzerine katkılarını unutamam. Kliniğimizde, 1957’li yıllarda, sanat terapilerinin dünyadaki gelişimine paralel biçimde ilk olarak Süleyman Bey ve Kazım Dağyolu hocalarımızın öncülüğünde kuruluşunu gerçekleştirdiği “Psikopatolojik Sanat Laboratuvarı” ile sanat çalışmaları başlamıştır. Özellikle ağır sorunları olan psikotik düzeyde hastaların bulunduğu yataklı servislerden hastalar belli günlerde bu laboratuvara gelerek doğaçlama resim çalışmaları yaparlarmış, ben bu çalışmaların sonuna yetiştim diyebilirim. Aynı zamanda bir ressam olan Süleyman Velioğlu, belki de ülkemizde resmi klinikte hastanın psikopatolojisi, psikodinamikleri ve tanısı hakkında bir araç olarak kullanan ilk kişilerdendir. Kendisinin Sanatla Teşhis ve Tedavi, Bir Şizofren Hastanın Sanat Ürünleri, Prepsikotik Aşamadan Psikoza Şizofrenik Süreç, Akıl Hastası ve Sanatçı ve son kitabı İnsan ve Yaratma Edimi adlı kitapları vardır. Süleyman Velioğlu’nun yürüttüğü çalışmalar kliniğimizde daha sonraki “Sanat Psikoterapileri ve Rehabilitasyon Programı”ndaki (SPR) çalışmalarımız için de bir kapı açmıştır. 1994-95’li yıllarda Sosyal Psikiyatri Servisi’nde kişilik bozukluğu gösteren bireylerle yürüttüğüm psikodinamik sanat psikoterapi çalışmalarını bir doktora tezine dönüştürme aşamamda çok değerli hocam Süleyman Velioğlu’nun bakış açımı oluşturmamda önemli katkıları olmuştur. Küçükyalı’daki evinde yaptığımız birkaç süpervizyon toplantısında da hocamın ve sevgili eşi, psikiyatri hemşireliğinin öncüsü çok değerli bir diğer hocam Perihan Velioğlu’nun, çok farklı yanları ile tanışmış, son derece nazik, duyarlı ve sevecen bir yaklaşım ile karşılaşmıştım. Erken kaybettiğimiz hocamızı sevgi, saygı ve şükranla anıyorum. ****** İlk gençlik yıllarında arkadaşlıkları başlayan İsmail Bey ve Süleyman Bey'in benim için ilgi çekici ortak özellikleri her ikisinin de Tıp Fakültesi'nde okurken eş zamanlı olarak sanat eğitimlerine devam etmiş oluşları. İsmail Bey kanun ve piyano bölümlerinden mezun olurken Süleyman Bey resim bölümünü tamamlamış. Her ikisi de soru soran, düşünen, araştırmacı ve yazar olan yanlarını da yaşam boyu etkin kılmışlar. Belki bu özellikleri nedeniyle “Yaratıcılık ve Yaratma Eylemi-Edimi” ikisinin de ilgi odaklarından biri olmuş. Onları andığımız bu yazının kapanış kısmını zihinlerinden süzülüp kağıda dökülen yaratıcılık konulu düşüncelerine yer vererek yapmanın anlamlı olacağını düşünüyorum. Dilerim okuyacağınız satırlar sizleri onların bakış açısıyla buluştururken yeni sorular sordurur ve ilham kaynağı olur. ****** “Yaratıcılık ve diğer söyleşiler” - Prof. Dr. İsmail Ersevim “...Yaratıcılık, başka bir deyişle “yaratıcı değişim” (creative transformation), yaşam ve yokluğun gizemini kucaklayan bir sözcük.” (syf.9) “... Yaratma süreci yaratıcılıktır ve 'doğum', 'yeniden doğum' ve ‘transformasyon'da bunun aynası. Bir Çin atasözü şöyle der; “Transformasyon, yaratma'nın yaratılışıdır”. Heraklitus şöyle demişti; “Ruh'un kendi kendini yaratması konusunda bir bilgisi (logos) vardır. O kendi kendini yineler.” “...Sanat ise kişinin şahsi bilincinden doğar.” (syf.10) “...Yaratıcı, yarattığı eser ortaya çıkıncaya kadar, bir annenin çocuk doğuruşu gibi ızdırap çeker. Aynı zamanda eseri yaratmaktan duyduğu hazzın da farkındadır.Yaratıcı, hislerini, yaratmayı arzuladığı şeylerin zihinsel görüntülerini, son bir darbeyle ebedileştirmeye çalışır. Bu, aşağı yukarı insan üstü (super human) bir çabadır. ...Bunu bir çocuk doğumu ile kıyaslarsak durumu çok daha iyi anlarız. Gerçek yaratılış ve gelişim, anne rahminde aylar önce başlamıştı; sanatkarın kafasında eserin aylar önce tohumlandığı gibi.” (syf.22) “... Psikanalistler arasında, 'yaratma' sürecinin üç düzeyde geliştiğine inanılır. a. Kuluçka (incubation) devri: Sanatkarın kafasına, sanki masmavi göklerde yağmur yağmak için yavaş yavaş gelişen, şekillenen bulutlar gibi, bir seri düşünce kuyruklanıyor.... b. Aksiyon, şekillenme devri: Hayal meyal, sisler içinde oluşan tekil esinler, yavaş yavaş şekillenmekte ve birbirleriyle iletişim kurarak daha anlamlı ifadeler için aktive olmaktadırlar.... c. Doğum anı: (naissance) Bu birden oluşagelen gerçekleşmedir. Yaratıcı, doğum yapmış bir anne gibi yorgun, bezgin, sancılı ama mutludur....” (24.syf) “...Eski Mısırlılarda adet olduğu üzere, öleni tüm giysileri, yiyecekleri ve mücevherleri ile 'geri gelecek' ümidiyle törenle uğurlamalarını, hatta daha yazı sanatı gelişmeden Fransa'da Lavantine Sanat'ın temsilcisi olarak ilk kez Altamira'da bulunan mağaralarda gözlemlenmiş bir takım resimler-sanat eserleri yarattıklarını düşünürsek, derin felsefi düşüncelerin ötesinde, yaratma ediminin temelinde, ölüme karşı bir savunma: ölümsüzlüğü arama çabası olduğuna inanabiliriz....” (syf.48-49) ****** “İnsan ve Yaratma Edimi” - Prof. Dr. Süleyman Velioğlu “... Yaratma edimi çoğu zaman “doğum” olayına benzetilmiştir.Yaratma ediminin bilinçdışındaki ilk etkisi şiddetli ve sarsıcı bir duygulanımla yaşanır canlı varlığa biçim veren tohumun organizmaya düşmesi anında olduğu gibi bir aşkla. Canlı varlık, tohumda önceden genetik programla saptanmış biçimiyle gelişir, büyür. Oysa, yaratılan yapıt, Homeostatik değişimlere koşut olarak, her an değişen süreçlerden geçer; “burada ve şimdi”nin koşullarında yıkılan ve yapılan. Yaratmaya ilişkin bilinçdışı etkinliğinin habercisi “esin”dir. Bilinçdışı'nın dolaysız verileri olan esin, bilinç düzeyine kısa süreli çabasız çıkışlardır. Esin, yaratma ediminin ne başı ne sonudur. Onun nedeni bir ölçüde “kendiliğindenlik”tir; bilinçdışı'nın kendine özgü çabasıyla psişik bireşimlerin, bütünselleşmelerin oluşmasında rol oynar....” (syf. 205) “ Süleyman Velioğlu İnsanın Resmi ” “...İnsan; inorganik, organik, psişik ve tinsel varlık kategorileri platformunda birey olarak dünyaya gelmekle beraber, bütünleşmek ve toplumsallaşmak zorunda olan; tarihsel, kültürel, inançsal, siyasal ve ekonomik oluşum çizgisi içinde bulunan; yaratma süreci ile donatılmış dinamik bir varoluştur ve hangi varlık ki evrim süreci içindeki biyolojik organizmanın üstüne; özbilinç potansiyeli ile yaratma potansiyelinin temellendiği yerde ve zamanda görünüşe çıkar, onun adı insandır....” (syf.17) “... Ne var ki insan, varlık bütünselliğini gündelik yaşantısında, yani reel alanda gerçekleştiremez; bu ancak kuramsal çerçevede bir olanaktır. Canlı varlık olarak temel isteği ve yönelimi yaşamını sürdürmek olmasına karşın, insan reel alanda, yaşamın eş anlamı olan bütünselliğini ve birliğini gerçekleştiremez. Bu onun dramı, ikilemi ve de kurtuluş yoludur. Stres'ten ölüme değin uzayan geniş spektrum içinde yer alan bir çok olumsuzluk etmeni bütünleşmeyi engeller.... canlı varlıklar içinde yalnızca insan varlığıdır ki, bu yazgıya direnir; reel alandaki yenilgiye teslim olmaz. Yaratma edimi yoluyla karşı durur....” (syf.25) “...Çağdaş insan, bütünselleşme olanağını, irreel-ideal alanda yaratma edimiyle gerçekleştirendir ve çağdaşlık, şimdi ve buradaki evrensel oluşun bütünlüğünü kurmak ereğiyle ona katılmak bilincidir....” (syf.26) “İnsan, meydana getirme, kurma etkinliği yoluyladır ki hem kendi sınırlarını ve hem de evrenin boyutlarını aşar; böylece doğasal zorunluluklar karşısında bir özgürlük ve biyolojik kapalılık karşısında bir açılış olarak tanımlanma olanağını kazanır; evrenin değerlerini çoğaltır ve büyütür....” (syf.27)
Kula'da doğdu.Saim Tonguç'tan resim dersleri aldı ve ilk kişisel sergisini 1942 yılında Manisa Halk Evi'nde açtı.1953 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni bitirdi. Tıp öğrenimi boyunca Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü'ne konuk öğrenci olarak devam etti. 1949-1953 yılları arasında Zeki Kocamemi'nin öğrencisi oldu. Bu dönemde düşünür ve edebiyatçı Ahmet Hamdi Tanpınar'dan teşvik gördü.1970 yılında özgün bir resim anlayışı geliştirerek Tangül Akakıncı ile birlikte Akatünvel Sanat Topluluğu'nu kurdu.
Bazı yapıtları İstanbul Resim Heykel Müzesi, Anadolu Üniversitesi Çağdaş Sanat Müzesi'nde, yurtiçi ve yurtdışındaki özel koleksiyonlardadır. 1977 yılında İstanbul Arkeoloji Müzeleri Sanat Ödülü'nü, 1996 yılında Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği 50 yıl Hizmet Onur Ödülü'nü aldı. Süleyman Velioğlu'nun diğer uğraş alanı Psikiyatri ve Sanat Aracılığıyla Teşhis-Tedavi “Creative Art Therapy”'dir. 1956 yılında İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniği'nde Psikopatolojik Sanat Laboratuarı'nı kurdu. 1994 yılına kadar hastalarına sanat aracılığıyla teşhis ve tedavi yöntemlerini uyguladı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Tiyatro Araştırma Laboratuarı'nın düşünsel alt yapısını oluşturma çalışmalarında etkin rol oynadı. TAL ekibi ile Akatünvel Sanat Topluluğu'nun eserlerinin buluştuğu deneysel tiyatro çalışmalarının gerçekleşmesine de katkı sundu. Prof.Dr. Süleyman Velioğlu; düşün, bilim ve sanat alanlarındaki örtüşük çalışmaları sonucunda özgün “İnsan Varlığı” kuramını oluşturdu. Bu kuramı 2000 yılında yayınlanan “İnsan Ve Yaratma Edimi” adlı yapıtıyla kitaplaştırdı. Aynı yapıtta Ontopsikiyatri adını verdiği yeni bir bilim alanının temellerini attı. |