“TERAPÖTİK ÖYKÜLER VE MASALLAR ''
Duygu Seda Tomru - Dramaturg (MA), Dans Hareket Terapisi Uygulayıcısı, Sanat Terapisi Uygulayıcısı
Masalların Destekleyici, İyileştirici Gücü

“Benim gözümde Historias gue son medicina, yani öyküler ilaçtır.
‘…Ne zaman bir öykü anlatılsa gece olur. Nerede oturulursa oturulsun, zaman ve mevsim ne olursa olsun, masal anlatmak saçaklardan sessizce yıldızlı bir gökyüzünün ve beyaz bir ayın çıkıp süzülmesine ve dinleyenlerin kafalarının üstünde asılı durmasına neden olur. Kimi zaman, masalın sonuna doğru oda şafakla dolar, kimi zaman arkada bir yıldız parçası kalır, kimi zamanda fırtınalı gökyüzünden bir paçavra parçası. Ve arkada kalan her ne olursa olsun, bu şey çalışmak için, ruh yapımında kullanmak için bir armağandır…’ “ (Kurtlarla Koşan Kadınlar Vahşi Kadın Arketipine Dair Mit ve Öyküler, Clarissa Pinkola Estes, Ayrıntı Yayınları, Altıncı Basım 2012, sayfa: 514, 515 “At the Gates of the City of the Storyteller God” başlıklı şiirden alınmıştır. )
Benim için masal; korunaklı, eğlenceli, süprizlerle dolu uçsuz bucaksız bir dünyaya yolculuktur. Çocukluğumda Anneannem’in dilinden saatlerce süren onlarca masalı dinlerken kendimi ne kadar güvende ve mutlu hissettiğimi anımsıyorum. Düşününce “Bir varmış, bir yokmuş…” sözü sanki sihirliymiş gibime geliyor. Anneannem’in sesini duyuyor olduğum için bir yanımla burada-şimdide kaldığımı ve gözümde canlanan yerler, insanlar, hayvanlar, fantastik canlılar ve masalsı durumlar aracılığıyla diğer yanımla hayal perdesinde başka bir mekana, başka bir zamana doğru yolculuğa çıkmış olduğumu fark ediyorum. Bugün bir yetişkin olsam da iyi bir anlatıcıdan masal dinlerken aynı ikiliği eş zamanlı olarak yaşıyorum.
Masallarla sıcacık bir dostluk bağı kuruşumu Anneannem’e borçluyum. Çocukken geceleri kabus görüp uyanınca tekrar uyuyabilmek için gözlerimi kapatıp görüntülü öyküler düşleyişim de sanırım bu dostluktan kaynaklanmıştı. Öyküyü düşlerken az önce beni korkutan, uykumu kaçıran rüyayı unutuyor; kendimi daha güvende ve mutlu hissettiğim bir hayali dünyada buluyordum. Düşlediğim öykü bir süre sonra rüyalarımı şekillendiriyor, mışıl mışıl uyuyordum.
Belki tiyatro sanatına ilgi duymam, üniversitede okurken eğitimde tiyatro ve yaratıcı drama derslerini seçmem masallarla dostluğumun farklı yansımalarıydı. Fark ediyorum ki hemen hemen her yaş grubuyla yaratıcı drama çalışırken masallar düşlemelerine aracı olmam da hiç tesadüf değil. Yaratıcı Drama atölyeleri gerçekleştirdiğim süreçlerde masal dinlemenin, masalları güncelleştirmenin, masallara yeni sonlar yazmanın, masalları sahneye taşımanın, kendi seçtiğin bir masal kahramanını canlandırmanın, yeni masallar düşlemenin ve masallar aracılığıyla kendini ifade etmenin yaşları kaç olursa olsun kişilere nasıl iyi geldiğini, ne gibi farkındalıklar kazandırdığını gözlemledim.
Yıllar içerisinde “travma, yaratıcı sanat terapileri ve çocuklar” temalı araştırmalar yaptıkça masalların sanat terapileri içindeki rolü ve işlevini anlatan pek çok kaynakça ile buluştum. İnsan doğasının bir özelliği olarak her birimizin masal uydurabileceğini, sadece bu düşleme sürecinin bile terapötik bir etki barındırdığını okudum. Atalarımızdan bize dilden dile ulaşan masalların; deneyimlerin ve ahlaki normların aktarımına aracı olduğunu, hayalgücü ve yaratıcılığımızı geliştirdiğini biliyordum. Yanı sıra travma sonrası deneyimlenen bazı durumlarda tedavinin bir parçası olduğunu, daha etkin ve hızlı çözümlere ulaşmaya yardımcı olduğunu da bu okumalar sürecinde kavradım. Hem bireysel hem grup çalışmalarında terapistin masal anlatması ve/veya danışanın bir masal anlatması, masaldan bir kısmı canlandırması gibi yöntemlerin tedavi sürecindeki olumlu katkılarını anlatan makaleler de mevcut.
(Travmadan Sağkalanlarla Psikodrama Acıyı Eyleme Dökmek, Peter Felix Kellermann, M. Kate Hudgins, Çeviri Editörü: Prof. Dr. Süheyla Ünal, Nobel Akademik Yayıncılık, Mayıs 2013)
lham Kaynağı Salgın Olan Bir Masal
2020 yılı hemen hemen dünyanın her köşesine yayılan bir pandemi sürecini beraberinde getirdi. Alıştığımız koşullar dışında yepyeni bir yaşam biçimi ile tanışmamıza, kendimizi konfor alanımızın dışında bulmamıza ve pek çok yeni durumu mecburen deneyimlememize yol açtı-açıyor.
Yetişkinler; kaygı, korku, bir bilim kurgu filminin içindeymiş gibi hissetme, reddetme, kabullenememe, durumu kavramakta zorlanma gibi duygu durumları yaşadıklarını ifade ettiler-etmekteler.
Peki ya çocuklar? Bu süreci, tüm kısıtlamaları ve hatta evlerde kalma zorunluluğunu çocuklara onları pek korkutmadan, kaygılandırmadan nasıl anlatabiliriz? Bu sürecin de bir gün biteceğini, hissettikleri duyguların doğallığını, normallliğini ve bu duyguları ifade etmenin yollarını onlara nasıl açıklayabiliriz?
Pandemi sürecinin niteliği, yol açtığı durumlar, ben de uyandırdığı sorular nedeniyle “Gökküşağı Mağaraları ve Ayıcıklar” adlı masalı bir terapötik öykü formunda yazdım. Bu masalı dinleyenlerin yaşamakta oldukları süreç ile masalda anlatılan süreç arasında bağlantılar kurmalarını ve Ayıcıklar’ın deneyimlerinden kendilerine modeller oluşturabilmelerini amaçladım. Masalın içerisindeki sanatsal ifadeye davet eden kısmı ise masalın okuyucuları, dinleyicileri tarafından uygulanması olasılığını düşünerek yazdım. Böylece özellikle çocukların yaşanan süreçle ilgili duygularını ve süreç sonrasına dair hayallerini ifade etmelerine, paylaşmalarına olanak sunan güvenli bir alan açmayı umdum.
Masalı sizlerle paylaşırken ki niyetim ise; sizler aracılığıyla daha çok aileye, daha çok çocuğa ulaşması, salgın süreci ve sonrası için bir tür ilaç olması.
‘…Ne zaman bir öykü anlatılsa gece olur. Nerede oturulursa oturulsun, zaman ve mevsim ne olursa olsun, masal anlatmak saçaklardan sessizce yıldızlı bir gökyüzünün ve beyaz bir ayın çıkıp süzülmesine ve dinleyenlerin kafalarının üstünde asılı durmasına neden olur. Kimi zaman, masalın sonuna doğru oda şafakla dolar, kimi zaman arkada bir yıldız parçası kalır, kimi zamanda fırtınalı gökyüzünden bir paçavra parçası. Ve arkada kalan her ne olursa olsun, bu şey çalışmak için, ruh yapımında kullanmak için bir armağandır…’ “ (Kurtlarla Koşan Kadınlar Vahşi Kadın Arketipine Dair Mit ve Öyküler, Clarissa Pinkola Estes, Ayrıntı Yayınları, Altıncı Basım 2012, sayfa: 514, 515 “At the Gates of the City of the Storyteller God” başlıklı şiirden alınmıştır. )
Benim için masal; korunaklı, eğlenceli, süprizlerle dolu uçsuz bucaksız bir dünyaya yolculuktur. Çocukluğumda Anneannem’in dilinden saatlerce süren onlarca masalı dinlerken kendimi ne kadar güvende ve mutlu hissettiğimi anımsıyorum. Düşününce “Bir varmış, bir yokmuş…” sözü sanki sihirliymiş gibime geliyor. Anneannem’in sesini duyuyor olduğum için bir yanımla burada-şimdide kaldığımı ve gözümde canlanan yerler, insanlar, hayvanlar, fantastik canlılar ve masalsı durumlar aracılığıyla diğer yanımla hayal perdesinde başka bir mekana, başka bir zamana doğru yolculuğa çıkmış olduğumu fark ediyorum. Bugün bir yetişkin olsam da iyi bir anlatıcıdan masal dinlerken aynı ikiliği eş zamanlı olarak yaşıyorum.
Masallarla sıcacık bir dostluk bağı kuruşumu Anneannem’e borçluyum. Çocukken geceleri kabus görüp uyanınca tekrar uyuyabilmek için gözlerimi kapatıp görüntülü öyküler düşleyişim de sanırım bu dostluktan kaynaklanmıştı. Öyküyü düşlerken az önce beni korkutan, uykumu kaçıran rüyayı unutuyor; kendimi daha güvende ve mutlu hissettiğim bir hayali dünyada buluyordum. Düşlediğim öykü bir süre sonra rüyalarımı şekillendiriyor, mışıl mışıl uyuyordum.
Belki tiyatro sanatına ilgi duymam, üniversitede okurken eğitimde tiyatro ve yaratıcı drama derslerini seçmem masallarla dostluğumun farklı yansımalarıydı. Fark ediyorum ki hemen hemen her yaş grubuyla yaratıcı drama çalışırken masallar düşlemelerine aracı olmam da hiç tesadüf değil. Yaratıcı Drama atölyeleri gerçekleştirdiğim süreçlerde masal dinlemenin, masalları güncelleştirmenin, masallara yeni sonlar yazmanın, masalları sahneye taşımanın, kendi seçtiğin bir masal kahramanını canlandırmanın, yeni masallar düşlemenin ve masallar aracılığıyla kendini ifade etmenin yaşları kaç olursa olsun kişilere nasıl iyi geldiğini, ne gibi farkındalıklar kazandırdığını gözlemledim.
Yıllar içerisinde “travma, yaratıcı sanat terapileri ve çocuklar” temalı araştırmalar yaptıkça masalların sanat terapileri içindeki rolü ve işlevini anlatan pek çok kaynakça ile buluştum. İnsan doğasının bir özelliği olarak her birimizin masal uydurabileceğini, sadece bu düşleme sürecinin bile terapötik bir etki barındırdığını okudum. Atalarımızdan bize dilden dile ulaşan masalların; deneyimlerin ve ahlaki normların aktarımına aracı olduğunu, hayalgücü ve yaratıcılığımızı geliştirdiğini biliyordum. Yanı sıra travma sonrası deneyimlenen bazı durumlarda tedavinin bir parçası olduğunu, daha etkin ve hızlı çözümlere ulaşmaya yardımcı olduğunu da bu okumalar sürecinde kavradım. Hem bireysel hem grup çalışmalarında terapistin masal anlatması ve/veya danışanın bir masal anlatması, masaldan bir kısmı canlandırması gibi yöntemlerin tedavi sürecindeki olumlu katkılarını anlatan makaleler de mevcut.
(Travmadan Sağkalanlarla Psikodrama Acıyı Eyleme Dökmek, Peter Felix Kellermann, M. Kate Hudgins, Çeviri Editörü: Prof. Dr. Süheyla Ünal, Nobel Akademik Yayıncılık, Mayıs 2013)
lham Kaynağı Salgın Olan Bir Masal
2020 yılı hemen hemen dünyanın her köşesine yayılan bir pandemi sürecini beraberinde getirdi. Alıştığımız koşullar dışında yepyeni bir yaşam biçimi ile tanışmamıza, kendimizi konfor alanımızın dışında bulmamıza ve pek çok yeni durumu mecburen deneyimlememize yol açtı-açıyor.
Yetişkinler; kaygı, korku, bir bilim kurgu filminin içindeymiş gibi hissetme, reddetme, kabullenememe, durumu kavramakta zorlanma gibi duygu durumları yaşadıklarını ifade ettiler-etmekteler.
Peki ya çocuklar? Bu süreci, tüm kısıtlamaları ve hatta evlerde kalma zorunluluğunu çocuklara onları pek korkutmadan, kaygılandırmadan nasıl anlatabiliriz? Bu sürecin de bir gün biteceğini, hissettikleri duyguların doğallığını, normallliğini ve bu duyguları ifade etmenin yollarını onlara nasıl açıklayabiliriz?
Pandemi sürecinin niteliği, yol açtığı durumlar, ben de uyandırdığı sorular nedeniyle “Gökküşağı Mağaraları ve Ayıcıklar” adlı masalı bir terapötik öykü formunda yazdım. Bu masalı dinleyenlerin yaşamakta oldukları süreç ile masalda anlatılan süreç arasında bağlantılar kurmalarını ve Ayıcıklar’ın deneyimlerinden kendilerine modeller oluşturabilmelerini amaçladım. Masalın içerisindeki sanatsal ifadeye davet eden kısmı ise masalın okuyucuları, dinleyicileri tarafından uygulanması olasılığını düşünerek yazdım. Böylece özellikle çocukların yaşanan süreçle ilgili duygularını ve süreç sonrasına dair hayallerini ifade etmelerine, paylaşmalarına olanak sunan güvenli bir alan açmayı umdum.
Masalı sizlerle paylaşırken ki niyetim ise; sizler aracılığıyla daha çok aileye, daha çok çocuğa ulaşması, salgın süreci ve sonrası için bir tür ilaç olması.
GÖKKUŞAĞI MAĞARALARI VE AYICIKLAR
Evvel zaman içinde, dünyanın bir köşesinde insanların unuttuğu bir orman varmış.Ormanın derinlerinde kökleri sağlam irili ufaklı ağaçlar varmış. Baykuşlar ve renk renk ayıcıklar tüm yıl boyunca burada yaşarlarmış. Her yıl Ayıcıklar meydandaki çemberde toplanırlarmış. Kış uykusuna yatmadan önce birlikte dans edip şarkı söylerlermiş. Bu yıl da her zaman ki gibi vedalaşmışlar ve ayılar kış uykusuna yatacakları mağaralarına gidip uyumuşlar. Aradan haftalar geçmiş. Karlar, ormanı kar beyazına boyamış. Ağaçlar kara rağmen köklerinde tuhaf bir sıcaklık hissetmişler. Zamanla ağaçların gövdesini bir tür sarmaşık sarmış. Ağaçlar da Baykuşlar da bu bitkiyi tanımıyorlarmış. Yaşlı Ağaçlardan biri “Bu bitki gizemli sarmaşık gibi bir tür olabilir.” demiş. Baykuşlar kitaplarda gizemli sarmaşık ile ilgili bilgi bulmaya çalışmışlar. Kitaplardan birinde bu bitkiye benzeyen iki sarmaşık türü varmış. Ortak özellikleri görünmeyen yapraklarına dokunulduğunda dokunan hayvanı hareket edemez hale getirmeleriymiş. Baykuşlar uçabildikleri için bu bitkiden etkilenmezmiş. Ağaçlar ve Baykuşlar; Ayıcıklar için kaygılanmaya başlamışlar. “ Onları yapraklara dokunmadan önce uyarmalıyız” demişler ve bir plan yapmışlar. Baykuşlar yuvalarını mağaraların yakınındaki ağaçlara taşımışlar. Hep birlikte baharın ilk gününde güneşin doğmasını ve şarkısını mırıldanmasını beklemeye başlamışlar. Bu sürede sarmaşık daha da güçlenmiş etrafta sarılmadık ağaç kalmamış ve rahatsız edici bir koku çevreye yayılmaya başlamış. Karlar erirken, sarmaşıktan yayılan koku göçmen kuşların yollarını değiştirmelerine neden olmuş. Baharın ilk sabahı güneş şarkısını mırıldanmaya başlamış ama bu yıl ona eşlik eden tek bir kuş sesi bile duyulmamış. En yaşlı ayıcıklar kuş seslerini duymayınca ve kokuyu fark edince bir gariplik olduğunu anlamışlar. Ağaçlar ve Baykuşlar olanları anlatmışlar. Yaşlı ayıcıklardan biri gizemli sarmaşığı anımsamış. Yapraklarını görebilmek için atalarının gözlükler yaptıklarını, böylece yapraklara dokunmamayı başardıklarını ve her mağaradaki gizli bölmeye bu gözlüklerden birer tane saklamış olduklarını söylemiş. Yapmaları gereken sadece gözlüğü takabilen ayıcıkların dışarı çıkması, bazılarının mağaralardaki ayıcıklar için yiyecek, içecek bulmaları ve diğerlerinin gözlükleriyle sarmaşığın köklerinin nerede olduğunu aramalarıymış. Eğer kökleri bulurlarsa ormandaki dev şelalenin en soğuk suyundan alınması ve köklere dökülmesi gerekiyormuş. Baykuşlar suyu getirme ve dökme görevini yapabileceklerini söylemişler. Ağaçlar da Ayıcıkların kökleri bulmalarına yardım edeceklermiş. Tüm yaşlı ayıcıklar ailelerine gizemli sarmaşığı ve planlarını anlatmışlar. Gerçekten her mağarada bir gözlük saklıymış. Gözlüklü Ayıcıklardan bazıları mağaralara balık, armut, bal, su taşırken bazıları ağaçların rehberliğinde köklerin nerede olduğunu aramışlar. Sarmaşık karmaşık bir labirent gibiymiş ve çözülmesi hiç kolay değilmiş. Günler geçtikçe yavru ayıcıklar sıkılmaya, kızmaya, öfkelenmeye, kaygılanmaya başlamışlar. Kimi “Ben arkadaşlarımı çok özledim, dışarı çıkmak istiyorum.” diyormuş. Kimi “Siz gözlük takıp çıkıyorsunuz, ormanda geziyorsunuz. Peki biz niye çıkamıyoruz?” diye soruyormuş. Kimi “Ben de dışarı çıkacağım, gözlüğümüz olmaması ve mağarada kalmamız haksızlık.” diye bağırıyormuş. Kimi ise sessizce bir kenarda oturup ağrıyan karnını ovuşturuyormuş. Baykuşlar ayıcıkların birbirleriyle haberleşmelerine yardımcı oluyorlarmış. Büyükanne Ayıcıklardan biri yavruların durumunu öğrenince düşünmeye başlamış ve aklına gelen fikri Baykuşlara anlatmış. Onlar da bu mesajı tüm mağaralara iletmişler. Büyükannenin mesajı şöyleymiş; “Her bahar uyanınca mağaralarımızın dışına çıkmaya, sevdiklerimizle konuşmaya, oynamaya, ağaçlardan meyve toplamaya, nehrin serin sularında ferahlamaya, güneşin sıcaklığını yüzümüzde hissetmeye, kuşların şarkılarını dinlemeye ve özgürce gezmeye alışkınız. Bu bahar ilk kez alıştığımız gibi yaşayamıyoruz ve bu hiç kolay değil. Üzülmemiz, kızmamız, sevdiklerimizi özlememiz, kaygılanmamız, dışarıda olmayı arzulamamız, karnımızın ağrıması, sıkılmamız hepsi çok doğal. Sizlere bir önerim var; yaşadığınız bu duyguların hepsini mağaralarınızın duvarlarına yazmak, resmetmek ister misiniz? Duygularınızı, keyifli anılarınızı, özlemlerinizi, dışarıya çıkınca neler yapmayı hayal ettiğinizi resmedin veya yazın. Yeniden buluştuğumuzda birbirimizin mağaralarındaki sergileri gezelim. Ne dersiniz?” Böylece tüm mağara duvarları defterlere, tuvallere dönüşmüş. Önce Yavru Ayıcıklar sonra diğer ayıcıklar resmetmeye, yazmaya başlamışlar. Bazıları duvarlarda gördüklerine şarkılar uydurmuşlar, bazıları bu şarkılarla dans etmişler. Birgün gözlüklü Ayıcıklar kökleri bulunca, Baykuşlar bir kova dolusu su almak için dev şelalenin tepesine uçmuşlar, Şelale en soğuk suyunu onlarla paylaşmış. Baykuşlar suyu gizemli sarmaşığın köklerine dökmüşler. Su yavaş yavaş sarmaşığın köklerindeki ateşi söndürmeye başlamış. Ateş söndükçe sarmaşığın gövdesi incelmiş, yaprakları görünür olmuş ve kokusu hafiflemiş. Gözlüklü ayıcıklar mağaralara dönüp gözlükleri saklı oldukları yerlere koyunca; diğer ayıcıklar dışarı çıkma zamanı geldiğini anlamışlar. Koku hafiflediği için yolunu değiştiren kuşlar yeniden ormanın bu kısmına doğru uçmaya başlamışlar. Güneş gülümseyerek şarkısını söylediğinde kuş cıvıltıları da duyulmaya başlamış ve ayıcıklar meydandaki çemberde yeniden buluşmuşlar. Kavuşma anı bu bahar; her zamankinden farklıymış. Birbirlerine sarıldıklarında kalplerinde bambaşka bir sıcaklık hissediyorlarmış, yüzlerinde bambaşka bir gülümseme, gözlerinde bambaşka bir ışıltı varmış. Yavru ayıcıklar hemen birbirlerinin mağaralarına koşmaya sergileri gezmeye başlamışlar. O sırada güneş, ışıklarını şelaleye yöneltmiş ve mağaraların üzerinde kocaman bir gökkuşağı belirmiş |