Özgür Atlas: Bu dönem ne yapıyorsunuz?
|
Özgür Atlas: Kendinizden, genel olarak çalışmalarınızdan bahseder misiniz ? Tuğçe Tuna: Kendimi bildim bileli hareket halindeyim. Hareketle dansla büyüdüm, birçok bireysel özelliğimi dansla keşfettim birçok tercihimi hareket ve bedenimi merkeze koyarak yaptım, otuzbeş yıldır da dans etmeye devam ediyorum. 1993 de MSGSÜ de açılan ve dönemki adı Modern Dans Sanat Dalı olan bölümün ilk üç öğrencisinden biri ve ilk mezunu oldum. Çağdaş gösteri sanatları alanında, beden ve dans odaklı yaşıyor, çağdaş dans sanatçısı, koreograf, çağdaş dans sanatçısı eğitmeni, akademisyen olarak üretiyorum. Beden odaklı hareket çalışmaları, terapi alanında da çalışıyorum. Bedeni okumayı seviyorum. Hayatım beden, dans, enerjetik alan ve onunla ilişkili olan her şeyle bütünleşiyor. Eğitmenlik, beden inşa ve yeniden yapılandırma sürecine, profesyonel olarak 1993 de başladım, akademik eğitmenlik kariyerim de 1995-1996 sezonunda başladı ve halen devam etmekte. Dansın aracılığı ile farklı kültürlerle tanıştım, farklı yaş grupları, farklı yaşanmışlıklar, bedensel ve davranışsal alışkanlıklara ve yaşamlara dokundum, iletişime geçtim. Beden benim için hep anahtar oldu. Sözün olmadığı anda beden var, sözün bittiği yerde de beden oldu...Kişileri tanımadan bedenlerini izlerim, analiz ederim kendimce, bedeninin enerjisinin rengini duyumsamaya çalışırım. Sözel iletişim bir sonra gelir. Bu kinestetik dürtü, açıkçası ötekini bedenin hayatıma ne kadar hangi mesafede dahil edeceğime de karar verir. Koreografi, eser sunumlarımda sahne eserleri kadar hafızası değişen mimari alanları, terk edilen binaları, toplumsal politikası olan mekanları tercih etmekten büyük keyif alıyorum. Profesyonel yaratıcı dans sanatçısı olarak 1992 - 2001 yılları arasında çok yoğun bir şekilde uluslararası platformlarda koreograf Aydın Teker’le çalıştım. Kendisiyle yurtiçinde ve yurtdışında çeşitli mekanlarda gösteriler ürettik ve sunduk. Biraz ondan bana açılan bir pencere, biraz benim üretim ve sunumda açılma isteğim, merakım ve sanatın standart çerçevelerle sınırlanmayacağı kadar yaşantının kendisi olduğu yaklaşımımla, sahne eserleri kadar mekanlar da özel üretilen -mekan spesifik- koreografiler de yapıyorum. Bir işin sahnede olması benim için büyük bir karar zaten. Mekan seçip, orada üretim sürecini geçirip, eseri sadece orada sunup, mekanın/alanın sosyal, kültürel, tarihsel özelliklerini de duyumsayarak, kendi benliğimle, bilinçaltımla birleştirerek ve hatta mekanı da başkalaştırarak işler üretmekten çok zevk alıyorum. Sonrasında eseri de -oluştuğu alanında- bırakmak hoşuma gidiyor açıkçası. Özgür Atlas: Dansla ne zaman karşı karşıya geldiğiniz, dansın size eşlik etmesini istediniz, dans ve hareket ne zaman sizi yavaş yavaş içine doğru çekmeye başladı, dans tercih etmenizin özel bir sebebi var mı, ve verdiğiniz karardan hiç pişman oldunuz mu? Tuğçe Tuna:Dansla ilişkim çok organik. Ben onunla büyüdüm dediğim gibi. İlkokul üçüncü sınıftaydım. Dans etmeye başladım. Ankara’da, Ulusoy Bale Stüdyosu’nda. Bir yandan da ritmik jimnastikle ilgileniyordum. Sevgili Erhan Ergüler bizim jimnastik yarışmalarını izlemiş ve beni çocuk balesine yönlendirdi, Ankara Devlet Opera Bale’sinin çocuk balesi kadrosuna girdim. İlk sahneye çıkışım 1984. Hani ne renk seversin, hangi müzikten hoşlanırsın, sen kimsin sorularından önce hareket ve dansı sevdiğimi biliyordum, iç konuşmalarım, rüyalarım hep dansla ilgiliydi. Hareket ederek kendimi buldum, bulmaktayım. Ortaokulda iki okul kazandım ve Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvar’ına başladım sonra. Ailem hep destekledi ve benimle bilinmeyene yolculuk ettiler. Dans bilinmez bir meslekti 80’li yıllarda. Çok minnettarım aileme. Yani izin verdiler benim o akışa dalmama, risk almama. Hareket ve dans beni önce bir bale dansçısı olarak klasik olan eseri, en iyi şekilde yapmayla sınadı. Sonra ben kimim Tuğçe’nin hareketi, dansı nasıl olur, nedir diye sorduğumda hareket beni yine dönüştürdü, sınadı.. Beden bilimi hareket bilimi ile tanıştığım 1993 senesinde de büyük bir kırılma ve heyecan yaşadım. Dans sanatçılığı geliştikçe, hareket üretimine, hareketin niyetine ve tavrına verdiğim değer katlandı ve beraberinde öteki bedenlere olan ilgim ve hizmet etme isteğim, merakım arttı. Başka bedenlerle nasıl iletişime geçerim diye aksiyona geçtiğimden beri de her an sınıyor, bedenler ve bedendeki tortular üzerinden. İnsani varoluşumuzun ortak noktası bedenlerimizin olması. Akıl ve zihin bütünü bozmadan, sınıflandırmadan, kısıtlamadan, bölmeden ulaşabileceğim en derin nokta, ‘beden’in kendisi diye düşünüyorum. Bedene güvenirim ben. Bu noktada da hareket ve dans benim en önemli anahtarım, yardımcım, aracım, ustam oldu açıkçası, hala da öyle. Dolayısıyla bedenimin içinde, hareket ve dans sanatı ile beraber büyüdüğüm için, her yeni algı da, her yeni bilgi de, yeni bir bakış açısı veya hareket niyetin de, sanatsal süreçlerde de birçok kez dönüştüm ve dönüşmek için daha ne yapabilirim diye arayış içindeyim. Bu büyülü bir şey. Yaşam zamanımı bu şekilde doldurmaya, içimden bu şekilde akmasına gönül verdim, bunun için hayata dair tercihlerimi sürdürüyorum ve koşulları oluşturmaya çalışıyorum. Enerji hareketle beraber dengelendi yaşamımda, hareketin kendisinden öğrendiğim çok şey oldu- olmakta, kişiliğim ve davranışlarımla ilgili. Bazı arkadaşlarımda veya öğrencilerimden duyuyorum ‘’bugüne kadar şöyle şöyle bir şey yaptım, son karar verdim tiyatroya, dansa başladım’’ diyorlar... Benim için öyle oldu diyemem, atıldığım, kıstas yaptığım bir ‘karar’ değil dansı hayatımın merkezine almak, bu benimle oluşmuş bir yaşam zaten. Başka nasıl bir odakla yaşarım hiç bir fikrim, bir arayışım yok. Dolayısıyla klasik baleyle başlayan hareket etme, öğrenme, paylaşma, dans etme yaklaşımı sonra modern dansa geçti, dönem dönüşünce güncel olanı, kadim olanla bütünleştirdi, çağdaş olanı bireyselliğe dönüştürdü, özne bedeni anlamak, okumak oldu yolculuğum. Özgür Atlas: Buradan şu soruya geçebiliriz o zaman. Dansla psikolojiyi, psikoterapiyi nasıl ilişkilendiriyorsunuz, dansla terapi arasında bağlantı üzerine ne söyleyebilirsiniz ? Tuğçe Tuna:Dansla sağaltma, hareketle iyileştirme insanın varoluşu kadardır. Dans ve psikoloji, psikoterapiyi nasıl ilişkilendiriyorsunuz sorusuna şöyle cevap verebilirim; açıkçası onları hiç ayırmadım ben.... Beden bütünsel ve karmaşık bir yapıdır, kişinin zihinsel durumu, psikolojisi, fiziksel durumu, sosyal ortamı, birbiriyle her zaman alışveriş içinde, bedenle ilişkilenir. Efor, ağırlık (basınç) ve zaman uyumu ve uyumsuzluğu ile bütündür beden. Bazen hareket; psikolojiyi başka bir boyuta taşıyor, açığa çıkarmasına araç veya neden olabiliyor. Alışkanlıkların özellikle davranış alışkanlıklarının anlaşılmasına, temizlenmesine de neden olabiliyor. Bazen de psikoloji ve zihinde yaratılan sanal durum, başka türlü hareketlerin, hareket kalitelerinin, davranışların hayata geçirilmesine araç olabiliyor. Aslında birbirinden ayırmayı tercih etmiyorum ben. Dansın terapiyle bağlantısına gelince; canlı varlığın, kişinin yaşamsal birinci önceliği hareket etmek. Sistemsel olarak bir insanın birincil önceliği hareket etme özgürlüğüdür benim için. Hareket edebilme özgürlüğü bütünsel yaşamı beraberinde getiriyor diye düşünüyorum. Gidebilme, itebilme, eğilebilme, durabilme, atlayabilme, yatma, saklanma, bırakma, toplama....Harekete açık bir varlık- birey, zaten o hareketin kendisi ile kendi deneyimini, yaşadığını ya da zihninde yarattığını içsel olarak araştırıyor, kendi ile konuşuyor. İçsellik bağlantısı unutulduğunda veya koptuğunda, hatta tercih edilmediğinde ise bireye rehber olunabiliyor. Rehber olan kişi yeterince deneyimli olamıyor bazen. Benim için sorunlu bir durum bu... Kinestetik olarak rehberin yeterli süreci kendinde deneyimlememiş olması... Duygular, varsayımlar, düşünce bedenle ilgili, ilintilidir. Hareket, itki, içinde bulunduğu akış öyle bir kışkırtabilir ki bireyi, bazen yapay travma bile deneyimleyebilir. Olan dengeyi bozabilir. Çünkü zihin, hayalin / sanrının peşinden gidebilirken, beden bütüne hizmet ediyor. Hareketi okumak ve anlamak hani başlarken belki kitaplardan- sanal öğrenme işlevsel olabilir, vizyonu ve bazı metodların yaklaşımını öğrenebilirsin, ancak gerçek öğrenme kinestetik, sürece bağlı öğrenmedir benim için. O yüzden dans ve hareket terapisi alanında tanıştığım kişilere soruyorum bazen, kaçınız bu süreçlerden geçtiniz diye.. Bireysel sürecinde dans ederek, dansın sizi dönüştürmesine izin vererek, hareketi ve dansı, ritmik akışı, çeşitli eforlarla kaçınız deneyimlediniz, hayatınızın merkezine aldınız diye soruyorum. Dansı sevmek çok harika, ancak beden okumak, bedene rehberlik yapmak, bunlarla birlikte ve bunların ötesinde başka bir deneyim ve bireysel özellik, yetenek gerektiriyor. Bu soruyu sorduğumda çok büyük boşluklar görüyorum. Bilgileri ardı arkasına kopyalayarak yapıştırmak, yeterli ve etik olmuyor. Özgür Atlas: Sistem şöyle de yapıyor; bedensel farkındalığını kazanmak için yoga yapabilirsin diyor ama onunla senin derin ilişkiler kurman yerine bunu pazara sokmana yol açacak yollar sunuyor. Onu da sınırlıyor. Ancak farklı ve alternatif karşılaşmalar olursa bunu aşabiliyorsun. Tuğçe Tuna: Maalesef...Ne kadar üzücü değil mi? Beden dönüşümünde zaman göreceli kavramdır, kalbin zamanı, aydınlanmanın zamanı olmaz ki. ‘Aydınlandığını’ zannedersin bakarsın aşağıya, neler neler... sadece bir tıpayı kaldırmışsındır yada tam dibe düştüğünü sanırsın, başka bir olgunluğa erişebilirsin, sürecin devamlılığı ile ilgili benim için. Bugünlerde özellikle yogayı ve benzer hareket sistemlerini yanlış anladığımız gibi. Eğitmenlik ‘saatle’ olmaz. 200 saatte yoga eğitmeni olmanız ancak istisna-i bir durum olabilir, milyonda bir. Beden odaklı bir alanın uzmanlığının, paket eğitimlere, 50-70 saate indirgenmesi etik olarak doğru değil ve işlevsel de değil.. 200 saat dediğiniz çalışma, günde 2 saatten 100 gün, nedir ki, üç ay neredeyse. Hayatının, bütününün bedensel tortularını üç ayda dönüştürmek gerçekten büyük yetenek ve şans olur diye düşünüyorum. En iyi ihtimalle iyi niyetle başlangıç olabilir. Süreklilik, bedenin süreçte kendini sınaması, dönüşümler, iç yıkımlar bunları sindirmek. Rutinde ve hayatını bu öğrenme sistemine göre organize etmek ve tercihler yapmak da o eğitim bütünlüğünün bir parçası. Buradaki zaman her bir bedene göre değişkendir. Bu kadar kadim bir bilginin, bu kadar popülist bir yaklaşımla sunulması son derece tuhaf. Üç beş atölyeye gidip, dersleri birbiri ardına ekleyip ders-seans-atölye yürüten kişilere de sıklıkla rastlıyorum. Bu büyük bir kıyım aslında. Bedensel, düşünsel ve etik açısından gerçekten büyük bir kıyım. Yapay travmalar yaratılıyor, bedensel sakatlıklar oluşuyor, denge bozulabiliyor. Yıllarca çalışsan da hep bir şeylerin kaldığı, öğrendiğin… Evet bunu kabul ederek çalışmak değerli. Ve farklı yerlere açılmak zenginleştiriyor kanımca. Benim kırılma noktam. Farklı bedenlerle hareket çalışmaya başladığımda yepyeni bir pencere açıldı önüme... Özgür Atlas: Biraz ondan bahseder misin ? Tuğçe Tuna:Bahsedeyim. Yüksek lisansımı gösteri sanatlarında beden ve mekan ilişkisi üzerine yaptım. Koreografi’de dans edilen zemindeki, yerdeki basıncı değiştirme fikrim vardı. Hareketi sunulduğu zeminle sınırlamak ve sınamak. Eserin adı ‘Vertigo’. İstanbul Güncel Sanat Müzesi,Proje 4L’de sunuldu. Dört dansçının normal zeminde yapılan bir koreografiyi sunmasının ardından, aynı koreografiyi , ikiye bölerek duvar ve yer arasına uyarladım. Birde akıl hastası teşhisi konulmuş bir ressamın çizdiği resimlerden yola çıkarak bir solo yaptım. Hem normal zeminde, havada ve havuzun içinde koreografi varyasyonlarını yaptım. Bu esnada anatomi ve somatikle ilgileniyor ve çalışıyordum zaten. Mekanı değiştirdikten sonra bedene odaklandım. Beden plastiğini değiştirsem nasıl olur sorusu gündeme geldi. Farklı bedenlerle çalışsam ne olur dedim. Önce hamilerle, cüce, oldukça şişman, incecik bir dansçı ile çalıştım. Küçük bir şey yaptık ve daha ileri gidip ötesi ne olur derken ciddi anlamda kinestetik farklılık devreye girdi ve toplumun engelliler diye kodladığı, benimse biricik ve farklılık taşıyan bedenler dediğim bedenlerle tanıştım. 2000 yılında ‘Farklı Bedenlerle Dans’ grubu oluşturuldu ve Bilgi Üniversitesi Kuştepe kampüsünde spor salonu desteği verdi, bende bir yıl boyunca atölye yaptım. Kulaktan kulağa yayıldı atölyeler. Bende yeterince hazır hissettiğimde, gösteri yapmak eser oluşturmak istediğimi söyledim. Beden plastiğinizle ilgileniyorum dedim. Bu kili yoğurmama izin verirseniz, bu benim için müthiş bir şans olur dedim. Buna cesareti olan kişiler kaldı. Çocukluğunda gençliğinde evinde kalmış, belki de saklanmış birinin, dansçı olması, bedeni üzerinden kendini açığa çıkarabilme cesareti ve yeteneği çok değerli. Sahne kiralayıp, fiziksel engeli olan birileriyle gösteri yapacağım dediğimde, dönemin yöneticileri hatta sanatçıları nasıl yani engellileri sahneye mi çıkaracaksın diyorlardı. Sanki ‘sahne’ sadece mükemmel görünen, genç ve güzel bedenlere aitmiş gibi. Müthiş bir deneyimdi ve ters köşeydi. Her bir bedenin karşılaştığı her koşulda kendine nasıl bütünlük inşa ettiğini görmek muazzam. Beden kendi gerçekliğini de üretiyor. İlk gösterimiz de, DT. Taksim Venüs sahnesinde (yıkıldı) dansçılardan biri ‘’hayattan bütün intikamımı aldım’’ dedi. O anı unutamıyorum, bedeniyle bütün standart yapıya meydan okuyan birinin sözleriydi bunlar. Projemiz hala devam ediyor. Özgür Atlas: Belki terapiyle de bunu bir senede bu kadar güçlü yapamazsın. Tuğçe Tuna:Belki de... Sonra bir baktık büyüdük, proje ve kavramsal çerçevesi bir çok yapıyı açtı zihnimizde. Standart bedenlerimizin bütün standart korkularını ortadan kaldırdı, bu da çok değerliydi. İki taraf birbirine hizmet etti. Uzuv kaybı olan arkadaşım, fiziksel zorluğu olan hareketler yaptığında, kendisine tuhaf bakan -seyirci-lere karşı şifalandığını defalarca söyledi. Engelli diye bir etiketi biz kabul etmedik. Hep farklı bedenlerle dans dedim ben. Engelli değilsiniz, farklısınız...Engeli yaratan zihnimiz. Bir gösterimizin adı ‘……sensin!’. Bu proje benim için çok önemlidir. Dansın hayatıma kattığı lütuf ’dur. Bir başka beni etkileyen deneyim kısa sürdü. Bakırköy Kapalı Kadın Cezaevi’nde yaptığım ‘Dans ve Beden Farkındalığı Atölyeleri’ maalesef Gezi protestoları sürecinde sonlandırıldı bir daha izin verilmedi. Bir ilkti. Şunu düşünmüştüm; beden iyilik üretiyor ve iyiliği arıyor... Negatif ve pozitif enerji var. Pozitif enerjiyi tekrar hatırlatırsam, kendi bedenine karşı, iç şefkatini yeniden hatırlatabilirsem, bedeni ile mutlu olmayı hatırlarsa veya öğrenirse kişi, iyilik açığa çıkabilir mi? Hatırlatmak mümkün mü? İçeride gördüğüm ise, evet mümkün... Ancak kendi yaşamıyla bütünleşmeyen, barışmayan hiç kimse o öfkeyi başka bir şeye dönüştüremez diye düşündüm.. Yaklaşık yedi yüz kadın var içeride. Çok talep geldi bu gönüllü atölyeme, günde dört çalışma yapıyordum 20 kişilik gruplarla. Kendi blokajlarımla da karşılaştım. İlk seans benim için çok sertti. Sonra dökülmeler açılmalar başladı. Sadece beden konuşuluyor ve dans ediliyordu... Özgür Atlas: Söyledikleriniz bende Yalom’un son kitabındaki yaptığı bazı çalışmaları hatırlattı. Orada lidersiz grup deneyimlerinden ve bir araya gelip farkındalığını beslediği grup deneyimlerinden. Siz neler yapıyorsunuz bunun için? Tuğçe Tuna:Lider yada rehber konumunda kişiler yan yana geliyoruz ve açık dersler doğaçlamalar yapıyoruz. Yeniden iletişime geçme metodları üzerine çalışıyoruz, yeniliğin getirdiği şefkati ve esnekliği korumak için. Kendimi geliştirebileceğim derslerin, çalışmaların, akışların peşinden gidiyorum. |