Üzerini örttüğümüz her şeyin altında kalıyorsak, o zaman çıkış nerede?Ünlü psikanalist Susan Orbach, Bağlanma Kuramı’nın öncülerinden John Bowlby’i anma toplantısında (2003) yaptığı konuşmada, “Beden yalnızca zihin için bir araç değildir, beden kendisi olma arayışındadır. Beden kendisini inşa edebilmek ve kendisini oluşturabilmek için odada bir diğer bedene ihtiyaç duyar. Beden, kendilik gibi yalnız ve yalnız ilişki içinde oluşabilir” diyor. İlişkisellik içinde kendini var etme mücadelesi veren bedenlerimiz kim bilir ne çok deneyimi ve yaralanmayı sessiz bir biçimde kaydediyor düşündünüz mü? Zihin bu kayıtların hangi bölümlerini acıyı katlanılmaz bulduğu için erişilmesi zor köşelere gönderiyor? Çocuklukta yaşanılan acıların inkarı ve bunun hayatlar ve toplum üzerindeki etkisi temasına odaklanan, felsefe, psikoloji ve sosyoloji öğrenimi görmüş ünlü psikanalist ve yazar, Alice Miller (1923-2010) “Beden Asla Yalan Söylemez” kitabında deneyimlerimizin kayıtlarının hücrelerimizde olduğu gibi tutulduğunun altını çizerken, gerçek ve güçlü duyguların inkarının; anıların, duyguların ve ihtiyaçların, fark etmeden bastırılmasının bedenlerimiz üzerindeki etkisiyle, bireysel ve toplumsal düzlemde ödenen bedelleri aktarıyor. Miller kitabında, çocukluk acıları ve yaşanılan istismarların inkarının, “gerçek hissedilenin” yerini “neyin hissedilmesi gerektiğine ” bırakması arasındaki ilişkiye odaklanıyor. “Neyin hissedilmesi gerektiğinin” çoğunlukla ahlak ve kurumsallaşmış dinin talepleri tarafından tayin edilmesi bireyin bazı duyguları kendisine hissetme izni vermesini imkansızlaşıyor. Çünkü ahlak ve kurumsallaşmış dinin “emri” kişinin anne babasını her koşulda, her türlü suistimale rağmen sevmesi gerektiğini “dikte ediyor”. İçselleştirilen bu emri yerine getirme kaygısıyla gerçek hissedilenin feda edilmesi, bireyin kendi gerçekliğinden vazgeçmesi, içsel çatışmanın temelini oluşturuyor. Çünkü bedenimiz ahlak kurallarına değil, nefes alma, dolaşım, sindirim gibi işlevlerine göre, yalnızca gerçekten hissettiğimiz duygulara tepki gösteren bir sistem. Alice Miller bu durumun yarattığı baskının sonucunu şu şekilde ifade etmiş; “Çocukluklarında sevilen insanlar, bunun karşılığında anne ve babalarını seveceklerdir onlara anne ve babalarını sevmelerini söyleyen bir emre gerek yoktur. Bir emre itaat, asla bir sevgi doğuramaz”(s.61)… Beden gerçeklere göre yaşar . Samimi gerçek duygular üretilemez yok edilemez de. Bu duygular yalnızca bastırılabilir, kendimizi avutabilir ve bedenlerimizi kandırabiliriz”( s. 29; s. Miller, bu kandırma ve avutma halinin çocuklukta çekilen acıların önemsiz görülmesinin beden üzerindeki etkilerini psikoterapist olarak vaka deneyimlerimden ve ünlü yazarların biyografilerinden yola çıkarak (Marcel Proust’un astımı, Yukio Mişima’nın 44 yaşında uyguladığı hara-kiri, James Joyce’un geçirdiği sayısız göz ameliyatı gibi) örneklerle somutlaştırıyor. Miller’ın kitabını okudukça, istismarın yaralarını küçümsemeyi, savuşturmayı bırakmanın, iyileşmeye ve sağlıklı yetişkinliğe giden yolun ön koşullarından biri olduğuna ilişkin inancınız artacaktır. Çünkü, “yetişkinlik hakikati inkar etmemektir, bedenin duygu seviyesinde hatırladığı hikayeyi bilinçli olarak kabul etmek ve bastırmak yerine o hikayeyi birleştirmek demektir” (s. 91). Burada esas olan veya önerilen ebeveynlerden intikam almak değil, olanları olduğu gibi görmenin özgürleştiriciliğidir. Ancak o zaman kendi hayatlarımızı onaylayıp, kendimize saygı duymayı becerebileceğimiz ve biraz olsun “dinlenebileceğimiz” unutulmamalıdır. Bunu gerçekleştirebilme noktasında ise kişinin kendisinden taraf olabilecek bir yoldaşa, refakatçiye, “aydınlanmış bir tanığa” ihtiyacı bulunmaktadır. Miller, bu tanımlarla psikoterapistlerin esas rolünü ortaya koyuyor. Dolayısıyla her türlü akademik ve kuramsal eğitimin de ötesinde ihtiyacımız olan bedende saklı olan bilginin gücüne saygı göstermek, kendi çocukluğumuzda başımıza gelen gerçeklere bakabilmek, yaşam öykümüzün gizli kalmış parçalarıyla buluşabilmek, acılara göğüs gerebilmek ve büyüyebilmek…. Alice Miller’ın kitabı pikoterapide bedeni, tüm duyuları dahil eden, duyguların sağlıklı dışavurumunu destekleyen yaklaşımların (resim, hareket vb. araçların kullanıldığı sanat terapisi, psikodrama vb.) etkililiğini desteklemesi açısından da beni etkiledi. Okuyan Us Yayınevinden, Cihan Dansuk’un çevirisiyle Türkçe’ye kazandırılan, Alice Miller’in “Beden Asla Yalan Söylemez” kitabını, yüzleşmeye açık tüm psikoterapistlerin okuması gerektiğini düşünüyorum. Ne de olsa kendimizi derinden anladıkça, örtü biraz daha kalkacak ve sunabileceklerimiz de o oranda sahici olacak…
1 Comment
|
Kitap KöşesiAlanda yararlı olacağını düşündüğümüz kitapları kısa incelemeler ve yazarlarla röportajlarımız aracılığıyla kitap köşesinde paylaşıyoruz. |